19 Aralık 2013 Perşembe

Kuran'da Sünnet Kavramı

Kuran'da (سُنَّة) sünnet terimi, 9 ayette 14 defa geçmektedir. 2 ayette de, çoğul formda kullanılmıştır. Bunlara baktığımız zaman, şu şekilde kullanıldıklarını görebiliriz:

a) 5 yerde (سُنَّة اللَّهِ) sünnetullah/Allah'ın sünneti şeklinde geçer: 48:23, 33:62, 40:85, 33:38, 35:43

سُنَّةَ اللَّهِ الَّتِي قَدْ خَلَتْ مِن قَبْلُ - وَلَن تَجِدَ لِسُنَّةِ اللَّهِ تَبْدِيلًا [٤٨:٢٣
Öteden beri uygulanan Allah'ın sünneti budur. Allah'ın sünnetinde bir değişme bulamazsın. (Fetih 48:23)

سُنَّةَ اللَّهِ فِي الَّذِينَ خَلَوْا مِن قَبْلُ - وَلَن تَجِدَ لِسُنَّةِ اللَّهِ تَبْدِيلًا [٣٣:٦٢
Öncekilere uygulanmış Allah'ın sünneti. Allah'ın sünnetinde herhangi bir değişme bulamazsın. (Ahzab 33:62)

فَلَمْ يَكُ يَنفَعُهُمْ إِيمَانُهُمْ لَمَّا رَأَوْا بَأْسَنَا - سُنَّتَ اللَّهِ الَّتِي قَدْ خَلَتْ فِي عِبَادِهِ - وَخَسِرَ هُنَالِكَ الْكَافِرُونَ [٤٠:٨٥
Azabımızı gördüklerinde inanmaları kendilerine bir yarar sağlamaz. Bu, daha önceki kulları hakkında sürekli uygulanan Allah'ın sünnetidir. İşte o zaman inkarcılar hüsrana uğramışlardır. (Mümin 40:85)

مَّا كَانَ عَلَى النَّبِيِّ مِنْ حَرَجٍ فِيمَا فَرَضَ اللَّهُ لَهُ - سُنَّةَ اللَّهِ فِي الَّذِينَ خَلَوْا مِن قَبْلُ - وَكَانَ أَمْرُ اللَّهِ قَدَرًا مَّقْدُورًا [٣٣:٣٨
Allah'ın kendisine yasallaştırdığı bir konuda peygambere herhangi bir engel yoktur. Bu, öteden beri, gelmiş geçmişlere uygulanan Allah'ın sünnetidir. Allah'ın emri, belirlenmiş ve kesinleşmiştir. (Ahzab 33:38)

اسْتِكْبَارًا فِي الْأَرْضِ وَمَكْرَ السَّيِّئِ - وَلَا يَحِيقُ الْمَكْرُ السَّيِّئُ إِلَّا بِأَهْلِهِ - فَهَلْ يَنظُرُونَ إِلَّا سُنَّتَ الْأَوَّلِينَ - فَلَن تَجِدَ لِسُنَّتِ اللَّهِ تَبْدِيلًا - وَلَن تَجِدَ لِسُنَّتِ اللَّهِ تَحْوِيلًا [٣٥:٤٣
Yeryüzünde büyüklendiler, kötülük planladılar. Halbuki kötü plan sahibine geri teper. Geçmişlere uygulanan sünnetden başkasını mı bekliyorlar? Allah'ın sünnetinde bir değişiklik göremezsin; Allah'ın sünnetinde bir sapma göremezsin. (Fatır 35:43)

Bu ayetlerden 35:43 ayetine dikkat edelim, burada iki tür kullanım vardır. Bu kullanımlardan ilki, (سُنَّت الْأَوَّلِينَ) sünnetul evvelin/evvelkilerin sünneti şeklindedir. Evvelkilerin sünneti; bağlamdan kopuk olarak düşünürseniz iki şekilde anlaşılabilir. 1) Evvelkilerin uyguladıkları sünnet. 2) Evvelkilere uygulanan Allah'ın sünneti. Ayetin tamamını okuduğunuzda; burada, sünnetul evvelin denildiği halde; sünnetullah kastedildiğini anlayabilirsiniz.

O halde; burada verilen 5 ayette; toplam 9 sünnet kelimesi geçmektedir ve istisnasız tamamı Allah'ın sünneti anlamındadır.

b) 1 yerde (سُنَّتِنَا) sünnetina/sünnetimiz şeklinde geçer: 17:77 Burada da, kastedilenin Allah'ın sünneti olduğu açıktır.

سُنَّةَ مَن قَدْ أَرْسَلْنَا قَبْلَكَ مِن رُّسُلِنَا - وَلَا تَجِدُ لِسُنَّتِنَا تَحْوِيلًا [١٧:٧٧
Senden önce gönderdiğimiz tüm elçiler için öngördüğümüz sünnet budur. Sünnetimizde herhangi bir değişiklik göremezsin. (İsra 17:77)

c) 3 yerde (سُنَّةُ الْأَوَّلِينَ) sünnetul evvelin/evvekilerin sünneti şeklinde geçer: 8:38, 18:55, 15:13

قُل لِّلَّذِينَ كَفَرُوا إِن يَنتَهُوا يُغْفَرْ لَهُم مَّا قَدْ سَلَفَ وَإِن يَعُودُوا فَقَدْ مَضَتْ سُنَّتُ الْأَوَّلِينَ [٨:٣٨
İnkar edenlere söyle: “Son verirlerse geçmişte yaptıkları bağışlanacaktır. Dönerlerse, daha öncekilerin sünneti geçerlidir.” (Enfal 8:38)

Bu ayette; öncekilerin sünneti olarak ifade edilen şey; Allah'ın bu konudaki sünnetidir. Nitekim, bir önceki ayete bakınca, bu anlama geldiğini görüyoruz. (Böylece Allah kötüyü iyiden ayırdeder, kötüleri üst üste koyup topluca yığar ve cehenneme yollar. İşte kaybedenler onlardır.) Öncekilerin sünnetinden kastedilen; Allah'ın eski kavimler için de uyguladığı, kötülerle iyileri ayırd etmesidir. Bu ayette geçen sünnet; sünnetullah ibaresi olmadığı halde; Allah'ın sünneti anlamında kullanılmıştır.

وَمَا مَنَعَ النَّاسَ أَن يُؤْمِنُوا إِذْ جَاءَهُمُ الْهُدَىٰ وَيَسْتَغْفِرُوا رَبَّهُمْ إِلَّا أَن تَأْتِيَهُمْ سُنَّةُ الْأَوَّلِينَ أَوْ يَأْتِيَهُمُ الْعَذَابُ قُبُلًا [١٨:٥٥
Kendilerine yol gösterici geldiğinde, halkı inanmaktan ve Rab'lerinden bağışlanma dilemekten alıkoyan şey, öncekilerin sünnetinin kendilerine de gelmesini veya azabın açıkça karşılarına gelmesini dilemeleridir. (Kehf 18:55)

Bu ayette de, öncekilerin sünnetinden kastedilen; Allah'ın önceki ümmetlere gönderdiği mucizelerdir. İnsanlara yol gösterici geldiği halde, onlar öncekilerin sünnetini, yani geçmiş toplumlara verilen mucizelerin bir benzerini istemeleridir. Burada da kastedilen, Allah'ın sünnetidir.

لَا يُؤْمِنُونَ بِهِ - وَقَدْ خَلَتْ سُنَّةُ الْأَوَّلِينَ [١٥:١٣
Nitekim, ona inanmazlar. Kendilerinden öncekilerin sünneti de böyleydi. (Hicr 15:13)

Bu ayette geçen öncekilerin sünneti iki farklı şekilde anlaşılabilir. Öncekilerin inanmamasının; Allah'ın bu kavimler için belirlediği sünneti/kuralı olarak anlayabiliriz. Bize göre bu, en kuvvetli anlayıştır. Zira bir önceki ayet şu şekilde geçmektedir (İşte suçluların kalbine böyle sokarız) O halde; suçluların reddetmesi şeklinde kendini gösteren sünnet; aslında Allah'ın onlar için uyguladığı sünnetidir.

Bunu, evvekilerin uyguladıkları yol/yöntem anlamında düşündüğümüzde ise; ortaya şu çıkmaktadır. Kuran'da, her yerde Allah'a atfedilen sünnet terimi; tek bir yerde Allah dışındaki kişiler için kullanılmıştır, burada da; olumsuz bir kullanım vardır.

d) 2 yerde (سُنَنٌ) sünenun/sünnetler olarak çoğul formda gelmiştir: 3:137, 4:26

قَدْ خَلَتْ مِن قَبْلِكُمْ سُنَنٌ فَسِيرُوا فِي الْأَرْضِ فَانظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُكَذِّبِينَ [٣:١٣٧
Sizden önce de sünnetler uygulanmıştı. Yeryüzünde dolaşın da yalanlayıcıların sonunun ne olduğunu görün. (Al-i İmran 3:137)

يُرِيدُ اللَّهُ لِيُبَيِّنَ لَكُمْ وَيَهْدِيَكُمْ سُنَنَ الَّذِينَ مِن قَبْلِكُمْ وَيَتُوبَ عَلَيْكُمْ - وَاللَّهُ عَلِيمٌ حَكِيمٌ [٤:٢٦
Allah size bunları açıklamak, sizden öncekilerin sünnetlerine sizi iletmek ve kendisine yönelişinize karşılık vermek ister. Allah Bilendir, Bilgedir. (Nisa 4:26)

İlk ayette kastedilenin Allah'ın sünneti olduğu açıktır. İkinci ayette kastedilenin de, öncekilerin sünnetleri; Allah'ın onlara bildirdiği doğru yol olduğu açıktır.

3 Ağustos 2013 Cumartesi

Rivayetlerdeki Zayıf Noktalar

Rivayetleri reddetmekteki temel nedenimiz, Allah-u Teala'nın dinde tek kaynak olarak Kuran'ı göstermesi. Bu nedenle rivayetler mükemmel olsalardı bile onları dinde kaynak olarak kullanamazdık. Bununla beraber, rivayetlere çok hızlı bir göz atış bile; onların hiç bir şekilde DELİL niteliği taşımadığını ispatlar nitelikte.

 

Akla / islama aykırı rivayetler

Bunları gündeme getirince rivayetçiler etkilenmiyor.

Allah bacağını açar demek GÜCünü gösterir anlamında mecazdır, dünya balığın kafasındadır demek BALIKÇILIK'ın önemini anlatan müteşabihtir, Musa peygamber tokat attı meleğin gözünü çıkardı demek, Allah buna izin verdi demektir?

İyi, bu tevil mantığı ile yeryüzündeki hiç bir fikir yanlış olamaz zaten. Zira her şey TEVİL edilebilir.

 

Kuran'ın eksik, değiştirilmiş olduğuna dair rivayetler

Zannnediyoruz ki "bu iman esası, en azından bu rivayetleri reddederler" yok, o da olmuyor. Diyorlar ki: "Burada Kuran'dan kastedilen Kuran değildir, bak sure eksik deniyor rivayette, zaten sahabe Rasulullah'ın sözüne de sure diyordu." (şaka değil bunu aynen bu lafızlarla söyleyen kişiler var)

Daha da insaflıları bizi USÜL bilmemekle suçluyorlar. Diyorlar ki:
1) Bu rivayetler haberi ahaddır. Haberi ahad akidede delil olmaz
2) Bu rivayetler mütevatir olarak gelen Kuran'la çeliştiği için reddedilir.

Peki, biz de ne diyoruz zaten. Anlatmaya çalıştığımız şey rivayet kitaplarına UYDURMAların girdiğini ispatlamak, ama hem yukarıdaki 2 maddeyi söylüyorlar, hem de rivayetlerin uydurma olduğunu kabul etmiyorlar. Karşımızda iki noktayı birleştiremeyen ve düşünemeyen bir karakter çıkıyor kısacası.

 

Birbiri ile zıt emirler içeren rivayetler


Vitiri 3 rekat yapmayın rivayeti ile vitiri 3 rekat yapın rivayeti, namazda secdeye varırken develerin çöktüğü gibi çökmeyin önce DİZleri yere koymayın ile, önce dizleri yere koyun rivayeti...

gibi onlarca rivayet getiriyoruz. Ya bu işte bir bit yeniği var demeleri lazımken, "orada kastedilen bir amelin diğer amelden iyi olmasıdır, biri menduptur veya biri mekruhtur, çelişki yoktur..." diyorlar.


Birbiri ile zıt vakıalar anlatan rivayetler

Allah Rasulü'nün Aişe annemiz 6 yaşındayken onunla evlendiğinde ve 9 yaşında zifafa girdiğine dair onlarca rivayet var. Tamam, bunları kabul ettik diyelim. Ama... evlilik olduğu zaman Aişe annemizin 20'li yaşlarda olduğunu kanıtlayan da onlarca rivayet var. Bir grup rivayet doğru, diğeri yanlış, burada mecaz da olamaz, efdaliyetten de bahsedilemez diyoruz...



Kısacası, rivayetlerin neresinden bakarsanız dökülüyorlar. Ancak bunların savunucuları bu basit gerçekleri görmemek için ellerinden ne gelirse yapıyorlar.

13 Temmuz 2013 Cumartesi

İhtilaflı Konuları Allah ve Rasul'üne Götürmek


يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا أَطِيعُوا اللَّهَ وَأَطِيعُوا الرَّسُولَ وَأُولِي الْأَمْرِ مِنكُمْ ۖ فَإِن تَنَازَعْتُمْ فِي شَيْءٍ فَرُدُّوهُ إِلَى اللَّهِ وَالرَّسُولِ إِن كُنتُمْ تُؤْمِنُونَ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الْآخِرِ ۚ ذَٰلِكَ خَيْرٌ وَأَحْسَنُ تَأْوِيلًا [٤:٥٩
İman edenler! Allah'a uyun, elçisine uyun; sizden görev başında olanlara da. Her hangi bir konuda anlaşmazlığa düşerseniz onu Allah'a ve elçisine arz ediniz. Allah'a ve ahiret gününe inanıyorsanız... Bu, sizin için daha iyi ve en güzel çözüm yoludur.(Nisa 4:59)

Allah Rasul'üne uymak Allah'ın bir emridir. Anlaşamadığımız bir konu olunca da onu Allah Rasul'üne götürmemiz gerekir. Bir örnek: Sizinle anlaşamadığımız bir konu var diyelim. Sözgelimi ben SADECE KURAN diyorum, siz ise KURAN + BUHARİ + MÜSLİM + EHLİ SÜNNET diyorsunuz. Gelin hangimizin haklı olduğunu Allah Rasul'üne götürelim:


قُلْ أَيُّ شَيْءٍ أَكْبَرُ شَهَادَةً     قُلِ اللَّهُ     شَهِيدٌ بَيْنِي وَبَيْنَكُمْ    وَأُوحِيَ إِلَيَّ هَٰذَا الْقُرْآنُ لِأُنذِرَكُم بِهِ وَمَن بَلَغَ    أَئِنَّكُمْ لَتَشْهَدُونَ أَنَّ مَعَ اللَّهِ آلِهَةً أُخْرَىٰ    قُل لَّا أَشْهَدُ    قُلْ إِنَّمَا هُوَ إِلَٰهٌ وَاحِدٌ وَإِنَّنِي بَرِيءٌ مِّمَّا تُشْرِكُونَ [٦:١٩
De ki: “Şahitlik yönünden hangi şey daha büyüktür?” De ki: “Allah, benimle sizin aranızda şahittir ve bana bu Kur'ân vahyolundu ki, onunla hem sizi, hem de sizden sonra kendisine ulaşan herkesi uyarayım. Allah'la beraber başka ilâhlar olduğuna siz gerçekten şahitlik eder misiniz?” De ki: “Ben buna şahitlik etmem.” “O, ancak ve ancak bir tek ilâhtır ve gerçekten ben, sizin ortak tuttuğunuz şeylerden uzağım” de. (Enam 6:19)

İşte, Allah Rasulü iki görüş arasında hükmünü verdi, bir Müslüman'ın Allah Rasul'ünün bu sözü üzerine "İŞİTTİK VE İTAAT ETTİK" demesi beklenir.

أَوَلَمْ يَكْفِهِمْ أَنَّا أَنزَلْنَا عَلَيْكَ الْكِتَابَ يُتْلَىٰ عَلَيْهِمْ      إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَرَحْمَةً وَذِكْرَىٰ لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ [٢٩:٥١
Sana indirdiğimiz ve onlara okunmakta olan kitap, kendilerine yetmedi mi? Bunda iman edecek bir kavim için elbette bir rahmet ve öğüt vardır. (Ankebut 29:51)

5 Temmuz 2013 Cuma

Hadislerin nasıl uydurulduğunu görebiliyor musunuz?

Bir kaç gündür, Fethullah Gülen'in; Türkçe Olimpiyatlarını Peygamberimizin ziyaret ettiğine dair konuşması, çeşitli şekillerde gündeme geldi. Bense üzerinde durulmayan bir noktaya bu vesiyele değinmek istiyorum.

Fethullah Gülen, konuşmasında şunları söylüyor:

"Şimdi ben kendi içimden hep diyordum ki; 'yav acaba meseleyi tahrif mi diyoruz, aşağıya mı çekiyoruz, folklorlardır, şarkılardır, şiirlerdir... bunlarla' Fakat demek ki bazı hakikatlerin ifade edilmesi adına, ittifakın sağlanması adına, kalplerin birbirlerine karşı yumuşaması adına, bunlar çok önemli faktörler ki; İnsanlığın iftihar tablosu (Peygamberimiz) bazılarımızın, bir kısım mutasavvıf ve sufi görünümlü kimselerin yadırgamalarına rağmen Efendimiz (S.A.V) inanın Peygamberimiz teşrif etti..."

Böyle diyor Fethullah Gülen. Bakın, olay basit. Yapılan bir hareket var, bazı Müslümanlar'dan tepki alıyor. Bu tepkiyi kırmanın en hızlı yolu ne? "Allah Rasul'ü de buna destek veriyor" dersin, iş bitti.

Malum, yıl olmuş 2013. Bu tarihten sonra, "Ben babamdan, o da dedesinden, o da falancadan, o da Ebu Hureyre'den, O da Allah Rasulünden şunu duymuş: 
"Kıyamete yakın, acemce olimpiyatları yapılacak, bir takım Müslümanlar bunu anlamayıp eleştirecekler ama, o olimpiyatlara katılanlar ne iyi Müslümanlardır, O olimpiyatları düzenleyenler cennette benimledirler. Sizden o zamana yetişen olursa bu olimpiyatlara katılsınlar, desteklesinler, buna da gücü yetmeyen dışarıdan seyretsin ama bu imanın en zayıfıdır..." 
şeklinde bir hadis uydurulsa kimse inanmaz. Ama emin olun, bu zihniyet şayet bundan bin sene önce yaşasaydı, "Allah Rasulü geldi" demez, "Allah Rasulü bu olayı müjdelemişti..." derdi. Ve emin olun yukarıda yazdığımdan bile daha cüretkar hadis(ler) uydururlardı.

İşte bugün de elimizde olan ve Allah Rasul'üne ait olduğu iddia edilen sözlerin çoğu; yaptıklarına kulp bulmak için insanların O'nun adına uydurduğu yalanlardan ibarettir. 

Görmesini bilene.

28 Haziran 2013 Cuma

Hikmet Nedir ?

Kuran'da geçen Hikmet terimini, “hadis” / “sünnet” / “Kuran dışı vahiy” olarak anlayanlar; “ayetlerde Kitap ve Hikmet denilmektedir, o halde hikmet; kitaptan/Kuran'dan farklı bir şeydir” diye kendilerince delil getirmektedirler.

Sözgelimi  (وَأَنزَلَ اللَّهُ عَلَيْكَ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ) “Allah sana Kitap ve Hikmet verdi...”(Nisa 4:113) ayetini ele alalım. Bu ayetten; Allah Rasul'üne kitaptan başka bir şey daha verildiği anlaşılıyor. Acaba öyle midir?

Bunun için Arapça'da “ve” bağlacının kullanımına bakmamız gerekiyor: Arapça'da “ve” bağlacı, sadece birbirinden farklı iki şeyi birleştirmek için kullanılmaz. Bununla ilgili iki örneğe bakalım (Akıllarda soru işareti kalmasın diye; örnekler Arapça bilgisinden şüphe duyulmayacak kişilerden alınmıştır)

Mevdudi Tefhimul Kuran'da (قَدْ جَاءَكُم مِّنَ اللَّهِ نُورٌ وَكِتَابٌ مُّبِينٌ...)“...Size Allah'tan bir nur ve apaçık bir kitap geldi.” (Maide 5:15) ayetinin tefsirinde: “Burada ehlikitaba nur ve kitap olarak iki farklı şey gelmemiştir. Apaçık bir kitap olarak nur gelmiştir...” diyerek, sırf arada “ve” bağlacı var diye; iki farklı şey anlaşılamayacağını belirtir.

İkinci örnek: (تَعْرُجُ الْمَلَائِكَةُ وَالرُّوحُ إِلَيْهِ فِي يَوْمٍ كَانَ مِقْدَارُهُ خَمْسِينَ أَلْفَ سَنَةٍ) “Melekler ve Ruh, miktarı ellibin yıl süren bir gün içinde ona çıkar.” (Mearic 70:4) ayetinde, Razi; burada Ruh'tan kastedilen Cebrail'dir der. Onun ayrıca belirtilmesini ise; “onun büyüklüğüne, Allah katındaki değerine, melekler arasındaki saygın konumuna işaret etmek içindir” diye tanımlar. Kısacası sırf arada “ve” bağlacı var diye Melekler ve Ruh'u birbirinden farklı iki şey olarak algılamaz.

Şüphesiz Kuran'da bunun gibi sayısız örnekler verilebilir. O halde, “ve” bağlacının, Türkçe'deki gibi sadece birbirinden farklı iki kelimeyi bağlamak için kullanılmadığını gördüğümüze göre; burada hangi anlamda kullanılmış olabilir? Acaba Allah Rasul'üne verilen;
  • Kuran ve Hikmet olarak iki farklı şey midir?
  • Yoksa Hikmetli Kuran mıdır ?

Bunun için Kuran'ın bütünlüğüne bakmamız gerekmektedir. Zira yukarıdaki hangi anlamın doğru olduğunu ancak Kuran'ı bütünlüğü ile incelersek görebiliriz:

ذَٰلِكَ نَتْلُوهُ عَلَيْكَ مِنَ الْآيَاتِ وَالذِّكْرِ الْحَكِيمِ [٣:٥٨ 
Bunları sana hikmetli zikir olan ayetlerden okuyoruz.(Al-i İmran 3:58)

 الر- تِلْكَ آيَاتُ الْكِتَابِ الْحَكِيمِ [١٠:١  
Elif, Lam, Ra. Bunlar, hikmetli Kitab’ın ayetleridir. (Yunus 10:1)

 تِلْكَ آيَاتُ الْكِتَابِ الْحَكِيمِ [٣١:٢  
Bunlar hikmetli Kitab'ın ayetleridir (Lokman 31:2)

 وَالْقُرْآنِ الْحَكِيمِ [٣٦:٢  
Hikmetli Kur'ân'a andolsun (Yasin 36:2)

Tek başına yukarıya yazdığımız dört  ayet bile, “Kitap ve Hikmet” tamlamasının nasıl anlaşılacağını netleştirmektedir. Ancak biz örneklerimize devam edelim:

وَآتِ ذَا الْقُرْبَىٰ حَقَّهُ وَالْمِسْكِينَ وَابْنَ السَّبِيلِ وَلَا تُبَذِّرْ تَبْذِيرًا [١٧:٢٦
Akrabaya hakkını ver, yoksula ve yolda kalmışa da. İsraf ederek saçıp-savurma. (İsra 17:26)

وَإِمَّا تُعْرِضَنَّ عَنْهُمُ ابْتِغَاءَ رَحْمَةٍ مِّن رَّبِّكَ تَرْجُوهَا فَقُل لَّهُمْ قَوْلًا مَّيْسُورًا [١٧:٢٨
Eğer Rabbinden ummakta olduğun bir rahmeti beklerken (darlıkta olduğundan) onlara sırt çevirecek olursan, bu durumda onlara yumuşak söz söyle. (İsra 17:28)
 
وَلَا تَجْعَلْ يَدَكَ مَغْلُولَةً إِلَىٰ عُنُقِكَ وَلَا تَبْسُطْهَا كُلَّ الْبَسْطِ فَتَقْعُدَ مَلُومًا مَّحْسُورًا [١٧:٢٩
Elini boynunda bağlanmış olarak kılma, büsbütün de açık tutma. Sonra kınanır, pişmanlık içinde kalakalırsın. (İsra 17:29)

إِنَّ رَبَّكَ يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَن يَشَاءُ وَيَقْدِرُ - إِنَّهُ كَانَ بِعِبَادِهِ خَبِيرًا بَصِيرًا [١٧:٣٠
Şüphesiz senin Rabbin, rızkı dilediğine -genişletir- yayar ve daraltır. Gerçekten O, kullarından haberi olandır, görendir. (İsra 17:30)

وَلَا تَقْتُلُوا أَوْلَادَكُمْ خَشْيَةَ إِمْلَاقٍ - نَّحْنُ نَرْزُقُهُمْ وَإِيَّاكُمْ - إِنَّ قَتْلَهُمْ كَانَ خِطْئًا كَبِيرًا [١٧:٣١
Yoksulluk endişesiyle çocuklarınızı öldürmeyin; onlara ve size Biz rızık veririz. Şüphesiz, onları öldürmek büyük bir hata (suç ve günah)dır. (İsra 17:31)

وَلَا تَقْرَبُوا الزِّنَا - إِنَّهُ كَانَ فَاحِشَةً وَسَاءَ سَبِيلًا [١٧:٣٢
Zinaya yaklaşmayın, gerçekten o, 'çirkin bir hayasızlık' ve kötü bir yoldur. (İsra 17:32)

وَلَا تَقْتُلُوا النَّفْسَ الَّتِي حَرَّمَ اللَّهُ إِلَّا بِالْحَقِّ  وَمَن قُتِلَ مَظْلُومًا فَقَدْ جَعَلْنَا لِوَلِيِّهِ سُلْطَانًا فَلَا يُسْرِف فِّي الْقَتْلِ  إِنَّهُ كَانَ مَنصُورًا [١٧:٣٣
Haklı bir neden olmaksızın Allah'ın haram kıldığı bir kimseyi öldürmeyin. Kim mazlum olarak öldürülürse onun velisine yetki vermişizdir; o da öldürmede ölçüyü aşmasın. Çünkü o, gerçekten yardım görmüştür. (İsra 17:33) 

وَلَا تَقْرَبُوا مَالَ الْيَتِيمِ إِلَّا بِالَّتِي هِيَ أَحْسَنُ حَتَّىٰ يَبْلُغَ أَشُدَّهُ - وَأَوْفُوا بِالْعَهْدِ - إِنَّ الْعَهْدَ كَانَ مَسْئُولًا [١٧:٣٤
Erginlik çağına erişinceye kadar, -o da en güzel bir tarz olması- dışında yetimin malına yaklaşmayın. Ahde vefa gösterin. Çünkü ahid bir sorumluluktur. (İsra 17:34)

وَأَوْفُوا الْكَيْلَ إِذَا كِلْتُمْ وَزِنُوا بِالْقِسْطَاسِ الْمُسْتَقِيمِ - ذَٰلِكَ خَيْرٌ وَأَحْسَنُ تَأْوِيلًا [١٧:٣٥
Ölçtüğünüz zaman ölçüyü tam tutun ve dosdoğru bir tartıyla tartın; bu, daha hayırlıdır ve sonuç bakımından daha güzeldir. (İsra 17:35)

وَلَا تَقْفُ مَا لَيْسَ لَكَ بِهِ عِلْمٌ - إِنَّ السَّمْعَ وَالْبَصَرَ وَالْفُؤَادَ كُلُّ أُولَٰئِكَ كَانَ عَنْهُ مَسْئُولًا [١٧:٣٦
Hakkında bilgin olmayan şeyin ardına düşme; çünkü kulak, göz ve kalp, bunların hepsi ondan sorumludur. (İsra 17:36)

وَلَا تَمْشِ فِي الْأَرْضِ مَرَحًا - إِنَّكَ لَن تَخْرِقَ الْأَرْضَ وَلَن تَبْلُغَ الْجِبَالَ طُولًا [١٧:٣٧
Yeryüzünde böbürlenerek yürüme; çünkü sen ne yeri yarabilirsin, ne dağlara boyca ulaşabilirsin. (İsra 17:37)

كُلُّ ذَٰلِكَ كَانَ سَيِّئُهُ عِندَ رَبِّكَ مَكْرُوهًا [١٧:٣٨
Bütün bunlar, kötülüğü olan, Rabbinin Katında da hoş olmayanlardır. (İsra 17:38)

ذَٰلِكَ مِمَّا أَوْحَىٰ إِلَيْكَ رَبُّكَ مِنَ الْحِكْمَةِ - وَلَا تَجْعَلْ مَعَ اللَّهِ إِلَٰهًا آخَرَ فَتُلْقَىٰ فِي جَهَنَّمَ مَلُومًا مَّدْحُورًا [١٧:٣٩
Bunlar, Rabbinin sana hikmet olarak vahyettiği şeylerdir. Rabbin ile beraber başka ilahlar kılma, yoksa yerilmiş, kovulmuş olarak cehenneme bırakılırsın. (İsra 17:39)

Allah-u Teala; İsra Suresi 26-38. ayetler arasında; inananlara bazı öğütler veriyor ve 39. ayette de verdiği tüm bu öğütlerin HİKMET olduğunu söylüyor. 


ادْعُ إِلَىٰ سَبِيلِ رَبِّكَ بِالْحِكْمَةِ وَالْمَوْعِظَةِ الْحَسَنَةِ - وَجَادِلْهُم بِالَّتِي هِيَ أَحْسَنُ - إِنَّ رَبَّكَ هُوَ أَعْلَمُ بِمَن ضَلَّ عَن سَبِيلِهِ - وَهُوَ أَعْلَمُ بِالْمُهْتَدِينَ [١٦:١٢٥
Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel bir biçimde mücadele et. Şüphesiz senin Rabbin yolundan sapanı bilendir ve hidayete ereni de bilendir. (Nahl 16:125)

Şimdi bu ayette geçen “hikmetle çağır...” emri; hakikaten Buhari, Müslim, Tirmizi'de geçen hadislerle çağır anlamında mıdır? Bu anlayış, ayetin bütünlüğüne uymakta mıdır?


يُؤْتِي الْحِكْمَةَ مَن يَشَاءُ - وَمَن يُؤْتَ الْحِكْمَةَ فَقَدْ أُوتِيَ خَيْرًا كَثِيرًا - وَمَا يَذَّكَّرُ إِلَّا أُولُو الْأَلْبَابِ [٢:٢٦٩
Kime dilerse hikmeti ona verir; şüphesiz kendisine hikmet verilene büyük bir hayır da verilmiştir. Temiz akıl sahiplerinden başkası öğüt alıp-düşünmez. (Bakara 2:269)

Allah-u Teala kime dilerse hikmet'i vereceğini söylemekte ve ayetin sonunda bu kişilerin temiz akıl sahipleri olduğuna işaret etmektedir. Hikmet Kuran'dan başka yolla verilen vahiy ise; Allah'ın hikmet verdiği herkes peygamber olmayacak mıdır?


Oysa, HİKMET; Bilgelik olarak Türkçe'ye çevrilse, mana yerine oturacaktır. Hikmet'in Kuran dışı ekstra vahiyler olduğuna dair herhangi bir delil olmadığı gibi; böyle anlamak pek çok ayeti anlamsız bırakmaktadır.

وَيُعَلِّمُهُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَالتَّوْرَاةَ وَالْإِنجِيلَ [٣:٤٨
(Allah) Ona (İsa) kitabı ve bilgeliği ve Tevrat'ı ve İncil'i öğretecek. (Al-i İmran 3:48)

Allah-u Teala İsa peygambere dört farklı şey mi öğretecek? Kitap ve Hikmet ve Tevrat ve İncil. Tevrat ve İncil zaten kitap değil mi? Ayetin şu çevirisi daha tutarlı olmuyor mu?: “Allah O'na Hikmetli Kitap Olan Tevrat ve İncil'i öğretecek.”

Hikmet; Kuran'ın bir parçası / özelliği / sıfatıdır. Kuran'ın bunun gibi bir sıfatı daha vardır:

تَبَارَكَ الَّذِي نَزَّلَ الْفُرْقَانَ عَلَىٰ عَبْدِهِ لِيَكُونَ لِلْعَالَمِينَ نَذِيرًا [٢٥:١
Alemlere uyarıcı olsun diye, kuluna Furkan'ı indiren  ne Yücedir. (Furkan 25:1)

وَإِذْ آتَيْنَا مُوسَى الْكِتَابَ وَالْفُرْقَانَ لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ [٢:٥٣
Yola gelmeniz için de Musa'ya Kitab'ı ve Furkan'ı verdik. (Bakara 2:51)

Nasıl ki, sırf arada “ve” bağlacı var diye Musa Peygambere Kitap ve Furkan olarak iki farklı şey indirildiğine inanmıyorsak; Furkan'ın doğruyu yanlıştan ayıran anlamında, Kuran'ın bir sıfatı olduğunu biliyorsak: Aynı şekilde Hikmet de Bilgelik anlamında Kuran'ın bir sıfatıdır.

22 Haziran 2013 Cumartesi

Peygamberlere Uymak

Peygamberleri; olduklarından farklı bir konumda değerlendirenlerin kullandıkları ilginç bir AKLİ delil vardır. Derler ki; “Allah neden bir insan yolladı? Şayet sadece Kuran yeterli olsaydı, Allah Kuran'ı bir kitap olarak gönderirdi. Halbuki Allah bir insan yollamıştır, çünkü sadece Kuran yetmez; Kuran'ın uygulamasını gösteren bir insana ihtiyaç vardır. O halde Kuran yazılı kitaptır, peygamber onun uygulamasıdır. Kuran teoridir, hadis pratiktir...”

Şimdi bu iddiayı incelemeye çalışalım:

Önemli Not: Kuran'da geçen NEBİ ve RASUL kavramları, meallerin çoğunda PEYGAMBER olarak çevrilmekte ve aradaki fark gözden kaçmaktadır. Bu, ciddi bir hatadır. Bununla birlikte, şu an incelediğimiz konu itibari ile; Rasul ve Nebi kavramı arasındaki fark önemli olmadığı için; konuyu daha da kompleks hale getirmemek adına özellikle göz ardı edilmiştir.

Rasullere Kendi Kafamızdan Görev Uyduramayız

Rasullerin görevinin tebliğ olduğu Kuran'da on bir (11) yerde geçmektedir. Bu ayetlerde Rasul'ün görevinin (الْبَلَاغُ) belağ – tebliğ olduğu belirtilmiştir. Fakat bu; şu ibareyle gelmemiştir: “Rasul'ün görevi tebliğdir.” Şayet böyle bir ibare ile gelseydi, Rasullerin başka görevleri de var, burada yalnız biri belirtilmiş denilebilirdi. Fakat bu görevlendirme, Rasullerin başka bir görevi olmadığını ifade edecek kalıplarla gelmişlerdir.

  • Bu ayetler ya, (إِلَّا) illa – sadece edatı ile gelmiştir ki; bundan başka görevi yok şeklinde anlaşılır. Kelime-i tevhid'den bildiğimiz illa edatı, Rasul'ün bundan başka bir görevi olmadığını açıkça kanıtlar.

  • Ya da Rasul'ün görevi olan tebliğ, (أَنَّمَا) innema – sadece / yalnızca edatı ile beraber kullanılmıştır. Bunun anlamı da Rasullerin tek görevinin tebliğ olduğudur.

Arzu edenler sözlüklerden bu iki edatın kullanımını araştırabilirler. Şimdi ayetlere bakalım:

   قَالُوا رَبُّنَا يَعْلَمُ إِنَّا إِلَيْكُمْ لَمُرْسَلُونَ [٣٦:١٦      وَمَا عَلَيْنَا إِلَّا الْبَلَاغُ الْمُبِينُ [٣٦:١٧
Dediler ki: “Rabbimiz biliyor ki biz gerçekten size gönderilmiş elçileriz.” (Yasin 36:16)
Bize düşen de sadece apaçık tebliğ etmektir.  (Yasin 36:17)

مَّا عَلَى الرَّسُولِ إِلَّا الْبَلَاغُ    وَاللَّهُ يَعْلَمُ مَا تُبْدُونَ وَمَا تَكْتُمُونَ [٥:٩٩
Rasul'ün üzerine düşen sadece tebliğdir. Allah, açıkladıklarınızı da gizlediklerinizi de bilir. (Maide 5:99)

وَإِن تُكَذِّبُوا فَقَدْ كَذَّبَ أُمَمٌ مِّن قَبْلِكُمْ     وَمَا عَلَى الرَّسُولِ إِلَّا الْبَلَاغُ الْمُبِينُ [٢٩:١٨
Yalanlarsanız, sizden önceki toplumlar da yalanlamışlardı. Rasul'ün görevi sadece apaçık tebliğ emektir. (Ankebut 29:18)

قُلْ أَطِيعُوا اللَّهَ وَأَطِيعُوا الرَّسُولَ    فَإِن تَوَلَّوْا فَإِنَّمَا عَلَيْهِ مَا حُمِّلَ وَعَلَيْكُم مَّا حُمِّلْتُمْ    وَإِن تُطِيعُوهُ تَهْتَدُوا    وَمَا عَلَى الرَّسُولِ إِلَّا الْبَلَاغُ الْمُبِينُ [٢٤:٥٤
De ki: Allah'a itaat edin; Rasule itaat edin. Eğer yüz çevirirseniz şunu bilin ki, onun sorumluluğu kendine yüklenen, sizin sorumluğunuz da size yüklenendir. Eğer ona itaat ederseniz, doğru yolu bulmuş olursunuz. Rasul'e düşen, sadece apaçık tebliğ etmektir. (Nur 24:54)

فَإِنْ أَعْرَضُوا فَمَا أَرْسَلْنَاكَ عَلَيْهِمْ حَفِيظًا   إِنْ عَلَيْكَ إِلَّا الْبَلَاغُ ... [٤٢:٤٨
Eğer onlar yüz çevirirlerse bilsinler ki, biz seni onların üzerine bir bekçi olarak göndermedik. Sana düşen sadece tebliğdir... (Şura 42:48)

وَقَالَ الَّذِينَ أَشْرَكُوا لَوْ شَاءَ اللَّهُ مَا عَبَدْنَا مِن دُونِهِ مِن شَيْءٍ نَّحْنُ وَلَا آبَاؤُنَا وَلَا حَرَّمْنَا مِن دُونِهِ مِن شَيْءٍ    كَذَٰلِكَ فَعَلَ الَّذِينَ مِن قَبْلِهِمْ    فَهَلْ عَلَى الرُّسُلِ إِلَّا الْبَلَاغُ الْمُبِينُ [١٦:٣٥
Ortak koşanlar, Allah dilemeseydi ne biz, ne de atalarımız O'ndan başka bir şeye tapmaz ve O'nun haram ettiğinden başkasını da haram kılmazdık. Kendilerinden öncekiler de böyle davranmıştı. Elçinin açıkça tebliğ etmekten başka bir görevi mi var? (Nahl 16:35)

فَإِن تَوَلَّوْا فَإِنَّمَا عَلَيْكَ الْبَلَاغُ الْمُبِينُ [١٦:٨٢
Yüz çevirirlerse, sana düşen, yalnızca açık bir biçimde tebliğ etmektir. (Nahl 16:82)

وَأَطِيعُوا اللَّهَ وَأَطِيعُوا الرَّسُولَ   فَإِن تَوَلَّيْتُمْ فَإِنَّمَا عَلَىٰ رَسُولِنَا الْبَلَاغُ الْمُبِينُ [٦٤:١٢
Allah'a uyunuz, Rasule uyunuz. Yüz çevirirseniz, Rasulumüzün görevi açıkça tebliğden ibarettir.(Tegabün 64:12)

وَإِن مَّا نُرِيَنَّكَ بَعْضَ الَّذِي نَعِدُهُمْ أَوْ نَتَوَفَّيَنَّكَ فَإِنَّمَا عَلَيْكَ الْبَلَاغُ وَعَلَيْنَا الْحِسَابُ [١٣:٤٠
Onlara vaad ettiğimizin bir kısmını sana göstersek, yahut seni, onu görmeden vefat ettirsek, yine de sana düşen sadece tebliğ etmek, bize düşen de hesaba çekmektir. (Rad 13:40)

وَأَطِيعُوا اللَّهَ وَأَطِيعُوا الرَّسُولَ وَاحْذَرُوا     فَإِن تَوَلَّيْتُمْ فَاعْلَمُوا أَنَّمَا عَلَىٰ رَسُولِنَا الْبَلَاغُ الْمُبِينُ [٥:٩٢
Allah'a itaat edin, Rasul'e de itaat edin. Eğer yüz çevirirseniz, biliniz ki, Rasulümüze düşen sadece apaçık tebliğdir. (Maide 5:92)

فَإِنْ حَاجُّوكَ فَقُلْ أَسْلَمْتُ وَجْهِيَ لِلَّهِ وَمَنِ اتَّبَعَنِ    وَقُل لِّلَّذِينَ أُوتُوا الْكِتَابَ وَالْأُمِّيِّينَ أَأَسْلَمْتُمْ    فَإِنْ أَسْلَمُوا فَقَدِ اهْتَدَوا    وَّإِن تَوَلَّوْا فَإِنَّمَا عَلَيْكَ الْبَلَاغُ   وَاللَّهُ بَصِيرٌ بِالْعِبَادِ [٣:٢٠
Seninle tartışırlarsa, “Ben ve beni izleyenler kendimizi Allah'a teslim ettik” de. Kitap verilenlere ve ümmilere, “Teslim oldunuz mu” de. Teslim olurlarsa, doğruyu bulurlar. Yüz çevirirlerse, görevin sadece tebliğ etmektir. Allah kulları görür. (Al-i İmran 3:20)

O halde altı yerde “illa”, beş yerde de “innema” edatı ile; kafamıza iyice kazınmıştır ki, Rasullerin görevi SADECE tebliğdir. Bu kadar net ayetlere rağmen, onların başka bir görevi olduğunu iddia edemeyiz.

يَا أَيُّهَا الرَّسُولُ بَلِّغْ مَا أُنزِلَ إِلَيْكَ مِن رَّبِّكَ   وَإِن لَّمْ تَفْعَلْ فَمَا بَلَّغْتَ رِسَالَتَهُ    وَاللَّهُ يَعْصِمُكَ مِنَ النَّاسِ   إِنَّ اللَّهَ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الْكَافِرِينَ [٥:٦٧
Ey Rasul, Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Bunu yapmazsan O'nun elçiliğini yapmamış olursun. Allah seni halktan koruyacak. Allah inkarcıları doğru yola iletmez. (Maide 5:67)


Elbette Rasullerin görevi Kuran'da sadece “tebliğ” kelimesi ile geçmemiş, başka kelimeler de kullanılmıştır. Ancak bu kelimelere baktığımız zaman; bunun tebliğ anlamı altında toplandıkları görülmektedir. Şimdi onlara da bakalım (konu uzamasın diye bir kaç örnek verilecektir. Arzu edenler Kuran'da arama yaparak diğer örneklere de bakabilirler.)


Uyarmak / Korkutmak (نذر)

قُلْ إِنَّمَا أُنذِرُكُم بِالْوَحْيِ   وَلَا يَسْمَعُ الصُّمُّ الدُّعَاءَ إِذَا مَا يُنذَرُونَ [٢١:٤٥
De ki: “Ben sizi ancak vahiy ile uyarıyorum”. Ne var ki, sağırlar uyarıldıkları vakit çağrıyı işitmez. (Enbiya 21:45)

Müjdelemek (بشر)

وَبَشِّرِ الْمُؤْمِنِينَ بِأَنَّ لَهُم مِّنَ اللَّهِ فَضْلًا كَبِيرًا [٣٣:٤٧
İnananlara, Allah'tan büyük bir lütfa ulaşacaklarını müjdele. (Ahzab 33:47)

وَمَا أَرْسَلْنَاكَ إِلَّا مُبَشِّرًا   وَنَذِيرًا [٢٥:٥٦
Biz seni bir müjdeleyici ve uyarıcı olmaktan başka bir görevle göndermedik. (Furkan 25:56)

Beyan etmek(بين)

بِالْبَيِّنَاتِ وَالزُّبُرِ    وَأَنزَلْنَا إِلَيْكَ الذِّكْرَ لِتُبَيِّنَ لِلنَّاسِ مَا نُزِّلَ إِلَيْهِمْ وَلَعَلَّهُمْ يَتَفَكَّرُونَ [١٦:٤٤
(Onları) Apaçık deliller ve kitaplarla (gönderdik). Sana da zikri indirdik ki, insanlara kendileri için indirileni beyan edesin ve onlar da iyice düşünsünler, diye. (Nahl 16:44)

وَمَا أَنزَلْنَا عَلَيْكَ الْكِتَابَ إِلَّا لِتُبَيِّنَ لَهُمُ الَّذِي اخْتَلَفُوا فِيهِ    وَهُدًى وَرَحْمَةً لِّقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ [١٦:٦٤
Sana bu kitabı indirdik ki, anlaşmazlığa düştükleri konuları kendilerine beyan edesin. Bu kitap, inanan bir topluluk için bir yol göstericidir, bir rahmettir. (Nahl 16:64)

Bir takım müfessirler, bu ayette geçen beyan kelimesini; Kuran'ın bütünlüğüne muhalefet edercesine “kapalı olan bir şeyi açıklamak” olarak tevil etmişler ve bunun da Kuran'la değil başka bir vahiyle(!) olacağını söylemişlerdir. Bu, şimdiye kadar yazdığımız tüm ayetlere muhalefet etmektedir. Kaldı ki beyan ibaresi, Rasullerin haricinde ehli kitap için de kullanılmış ve beyan'ın tebliğ / duyurma anlamında olduğu, saklamanın zıddı olduğu Kuran tarafından açıklanmıştır.

وَإِذْ أَخَذَ اللَّهُ مِيثَاقَ الَّذِينَ أُوتُوا الْكِتَابَ لَتُبَيِّنُنَّهُ لِلنَّاسِ وَلَا تَكْتُمُونَهُ فَنَبَذُوهُ وَرَاءَ ظُهُورِهِمْ وَاشْتَرَوْا بِهِ ثَمَنًا قَلِيلًا         فَبِئْسَ مَا يَشْتَرُونَ [٣:١٨٧
Bir zaman Allah, kendilerine kitap verilenlerden, “Onu mutlaka insanlara beyan edeceksiniz, onu gizlemeyeceksiniz.” diye söz almıştı. Onlar ise bunu kulak ardı ettiler ve onu az bir dünyalığa değiştiler. Yaptıkları bu alışveriş ne kadar kötüdür. (Ali-İmran 3:187)

Öğretmek / Sorulanlara cevap vermek

Elbette tebliğin gereği olarak Rasuller kendilerine indirilen vahyi insanlara öğretiyor ve sorulara cevap veriyorlardı.

لَقَدْ مَنَّ اللَّهُ عَلَى الْمُؤْمِنِينَ إِذْ بَعَثَ فِيهِمْ رَسُولًا مِّنْ أَنفُسِهِمْ يَتْلُو عَلَيْهِمْ آيَاتِهِ وَيُزَكِّيهِمْ وَيُعَلِّمُهُمُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَإِن كَانُوا مِن قَبْلُ لَفِي ضَلَالٍ مُّبِينٍ [٣:١٦٤
Allah inananların içinden, onlara ayetlerini okuyan, onları arındıran, onlara hikmetli kitabı öğreten bir elçiyi göndermekle iyilikte bulundu. Oysa onlar daha önce apaçık bir sapıklık içindeydiler! (Ali İmran 3:164)

هُوَ الَّذِي بَعَثَ فِي الْأُمِّيِّينَ رَسُولًا مِّنْهُمْ يَتْلُو عَلَيْهِمْ آيَاتِهِ وَيُزَكِّيهِمْ وَيُعَلِّمُهُمُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَإِن كَانُوا مِن قَبْلُ لَفِي ضَلَالٍ مُّبِينٍ [٦٢:٢
O ki, ümmilerin arasından, kendilerinden olan bir elçi göndermiştir ki onlara O'nun ayetlerini okuyor, onları temizliyor ve onlara hikmetli kitabı öğretiyor. Bundan önce onlar apaçık bir sapıklık içinde bulunuyorlardı. (Cuma 62:2)

Yukarıdaki ayetlerden net bir şekilde anlaşılacağı üzere, Rasullerin insanlara öğretmesi gene kendilerine yollanan kitapla olmaktadır. Bu konuyla ilgili bir-iki örnek aşağıda verilmiştir:

يَسْأَلُونَكَ عَنِ الْخَمْرِ وَالْمَيْسِرِ    قُلْ فِيهِمَا إِثْمٌ كَبِيرٌ وَمَنَافِعُ لِلنَّاسِ وَإِثْمُهُمَا أَكْبَرُ مِن نَّفْعِهِمَا   وَيَسْأَلُونَكَ مَاذَا يُنفِقُونَ قُلِ الْعَفْوَ   كَذَٰلِكَ يُبَيِّنُ اللَّهُ لَكُمُ الْآيَاتِ لَعَلَّكُمْ تَتَفَكَّرُونَ [٢:٢١٩
Sana sarhoş edicilerden ve kumardan sorarlar. De ki: “O ikisinde büyük bir günah ve insanlar için yararlar var; ancak günahları yararlarından daha büyüktür”. Ayrıca, sadaka olarak neyi vereceklerini senden sorarlar: “Artanı” de.  Allah ayetlerini işte böyle açıklıyor ki düşünesiniz. (Bakara 219)

وَيَسْأَلُونَكَ عَنِ الْمَحِيضِ   قُلْ هُوَ أَذًى فَاعْتَزِلُوا النِّسَاءَ فِي الْمَحِيضِ   وَلَا تَقْرَبُوهُنَّ حَتَّىٰ يَطْهُرْنَ   فَإِذَا تَطَهَّرْنَ فَأْتُوهُنَّ مِنْ حَيْثُ أَمَرَكُمُ اللَّهُ   إِنَّ اللَّهَ يُحِبُّ التَّوَّابِينَ وَيُحِبُّ الْمُتَطَهِّرِينَ [٢:٢٢٢
Sana aybaşı halini sorarlar, De ki: “O bir rahatsızlıktır. Aybaşı halinde olan kadınlarla cinsel ilişkiye girmeyin ve ondan kurtuluncaya kadar onlara yaklaşmayın. Kurtuldukları zaman Allah'ın size uygun gördüğü yerden onlarla cinsel ilişkide bulunun. Allah yönelenleri sever, arınanları sever.” (Bakara 2:222)

يَسْتَفْتُونَكَ قُلِ اللَّهُ يُفْتِيكُمْ فِي الْكَلَالَةِ   إِنِ امْرُؤٌ هَلَكَ لَيْسَ لَهُ وَلَدٌ وَلَهُ أُخْتٌ فَلَهَا نِصْفُ مَا تَرَكَ   وَهُوَ يَرِثُهَا إِن لَّمْ يَكُن لَّهَا وَلَدٌ    فَإِن كَانَتَا اثْنَتَيْنِ فَلَهُمَا الثُّلُثَانِ مِمَّا تَرَكَ   وَإِن كَانُوا إِخْوَةً رِّجَالًا وَنِسَاءً فَلِلذَّكَرِ مِثْلُ حَظِّ الْأُنثَيَيْنِ    يُبَيِّنُ اللَّهُ لَكُمْ أَن تَضِلُّوا    وَاللَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ [٤:١٧٦
Sana danışıyorlar. De ki: “Allah size eşsiz ve çocuksuz olan kişinin mirası hakkında şu hükmü açıklıyor: Ölen erkeğin çocuğu olmayıp bir kız kardeşi varsa, bıraktığı mirasın yarısı kız kardeşinindir. Fakat, (ölen kişi) çocuğu olmayan kız kardeşse, erkek kız kardeşinin mirasının tamamını alır. Varisler iki kız kardeş ise, bırakılanın üçte ikisi onlarındır. Kardeşler, erkeklerden ve kadınlardan oluşuyorsa, erkeğe kadının iki katı kadar pay verilir.” Şaşırmamanız için Allah size böylece açıklıyor. Allah her şeyi Bilendir. (Nisa 4:176)

Şimdiye kadar incelediğimiz bütün ayetlerden; Rasullerin görevinin SADECE tebliğ olduğunu gördük. O halde Rasuller yalnız kendilerine verilen vahyi iletmekle görevlidirler, başka bir görevleri yoktur. Bu kadar net/kesin ifadeli ayetlere rağmen, Rasullerin başka görevleri daha olduğunu söylemek Kuran'da çelişki olduğunu iddia etmektir. Ancak, Rasulleri kendi kafalarında farklı şekillendiren kişiler bazı ayetleri anlamlarından kopuk ele alarak genel olarak Rasullerin, özel olarak da Allah Rasulü'nün Kuran'dan başka vahiy de getirdiğini iddia etmektedirler. Her ne kadar bu konu Peygambere Uymak / İtaat Etmek Ne Demektir? başlıklı yazımızda incelenmiş olsa da; burada yanlış anlaşılan iki konuyu hızlıca incelemekte fayda vardır:

Rasullerin Helal – Haram Kılma Yetkisi

Bu iddiada olanlar “...onlara temiz şeyleri helal, pis şeyleri haram kılar”(Araf 7:157) mealindeki ayeti delil getirmekte ve Allah Rasulü'nün Kuran'dan yazanlardan başka şeyleri helal – haram kılma yetkisi olduğunu iddia etmektedirler. Aslında yapılan, ayetin içinden bir cümleyi bütünlüğünden kopararak almaktır. Ayetin tamamını okuduğumuzda konunun çok farklı olduğu görülecektir.

الَّذِينَ يَتَّبِعُونَ الرَّسُولَ النَّبِيَّ الْأُمِّيَّ الَّذِي يَجِدُونَهُ مَكْتُوبًا عِندَهُمْ فِي التَّوْرَاةِ وَالْإِنجِيلِ يَأْمُرُهُم بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَاهُمْ عَنِ الْمُنكَرِ وَيُحِلُّ لَهُمُ الطَّيِّبَاتِ وَيُحَرِّمُ عَلَيْهِمُ الْخَبَائِثَ وَيَضَعُ عَنْهُمْ إِصْرَهُمْ وَالْأَغْلَالَ الَّتِي كَانَتْ عَلَيْهِمْ    فَالَّذِينَ آمَنُوا بِهِ وَعَزَّرُوهُ وَنَصَرُوهُ وَاتَّبَعُوا النُّورَ الَّذِي أُنزِلَ مَعَهُ    أُولَٰئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ [٧:١٥٧
Nitekim onlar yanlarındaki Tevrat ve İncil'de yazılı buldukları o Rasul'ü, o ümmi nebiyi izlerler. Onlara iyiliği emreder ve onları kötülükten meneder; onlara güzel şeyleri helal, pis şeyleri de haram kılar; üzerlerindeki ağırlıkları ve onlara vurulan prangaları kaldırıp atar. Ona inananlar, ona saygı duyanlar, ona yardım edenler, kendisiyle birlikte indirilen ışığı izleyenler başarıya ulaşanlardır. (Araf 7:157)

Burada açıkça anlaşılacağı üzere, hitap; ehli kitabadır ve Allah Rasulü'nün önceki kitaplarda (Tevrat ve İncil) gelişinin haber verildiğinden bahsedilmektedir. Allah Rasulü yeni bir kitapla, yani Kuran'la gelecek ve eski hükümleri neshedecek, yanındaki kitabı tebliğ ederek helal ve haramı beyan edecektir. Yoksa, Kuran'dan başka helal ve haram belirleyecek değildir. Aksi, önceki ayetlerde geçen ibarelerle çelişki olacaktır. Kaldı ki, benzer mesaj sadece bizim peygamberimiz için değil, mesela İsa peygamber için de geçerlidir:

وَمُصَدِّقًا لِّمَا بَيْنَ يَدَيَّ مِنَ التَّوْرَاةِ وَلِأُحِلَّ لَكُم بَعْضَ الَّذِي حُرِّمَ عَلَيْكُمْ    وَجِئْتُكُم بِآيَةٍ مِّن رَّبِّكُمْ فَاتَّقُوا اللَّهَ وَأَطِيعُونِ [٣:٥٠
(İsa) Benden önceki Tevrat'ı doğrulamak ve size haram kılınan bazı şeyleri helal kılmak üzere size Rabbinizden bir ayetle geldim. Artık Allah'tan korkup bana itaat edin. (Al-i İmran 3:50)

O halde her iki ayette de kastedilen, gelen yeni Nebi'nin; eski hükümleri neshedip yeni helal-haramlar getirmesidir. Ve bu yeni hükümler de kendilerine verilen kitaplarla olmaktadır. Yoksa Rasuller/Nebi'ler kendilerine verilen kitap haricinde helal-haram koyamazlar. Nitekim şu ayet de bunu açıkça göstermektedir:

قُل لَّا أَجِدُ فِي مَا أُوحِيَ إِلَيَّ مُحَرَّمًا عَلَىٰ طَاعِمٍ يَطْعَمُهُ إِلَّا أَن يَكُونَ مَيْتَةً أَوْ دَمًا مَّسْفُوحًا أَوْ لَحْمَ خِنزِيرٍ فَإِنَّهُ رِجْسٌ أَوْ فِسْقًا أُهِلَّ لِغَيْرِ اللَّهِ بِهِ   فَمَنِ اضْطُرَّ غَيْرَ بَاغٍ وَلَا عَادٍ فَإِنَّ رَبَّكَ غَفُورٌ رَّحِيمٌ [٦:١٤٥
De ki: “Bana vahyolunanda, yiyen kimse için haram edilmiş bir şey bulamıyorum. Ancak; leş, veya akıtılmış kan, yahut domuz eti -ki bu gerçekten pistir- yahut Allah'tan başkası adına kesilmiş bir hayvan müstesna.  Ama kim çaresiz kalırsa, (başkasının hakkına) tecavüz etmemek ve zaruret sınırını aşmamak üzere (bunlardan yiyebilir)” Çünkü Rabbin çok bağışlayandır, merhamet edendir. (Enam 6:145)

 

Rasullerin Hükmetmesi

Hükmetme kelimesini; ister konular hakkında “şu şöyledir, şu doğrudur, şu yanlıştır...” şeklinde hüküm beyan etmek şeklinde anlayalım; isterse yönetici sıfatı ile yönetmek anlamında anlayalım; sonuç değişmez. Rasullerin kendilerine indirilen kitaplara göre hükmettikleri Kuran'a göre sabittir. Burada hüküm vermeyi fikir beyan etmek değil de, insanları yönetmek olarak algıladığımız durumda; Allah Rasulü'ne verilen “hükmet” emrinin, Rasul sıfatı ile değil, devlet başkanı sıfatıyla olduğu da açıktır. O halde Rasullerin hem tebliğ, hem de hükmetme görevi vardır denilmez. Rasul olarak sadece tebliğ ile görevli idiler, insanları yönetmeleri ise Rasul sıfatı ile değil; devlet başkanı sıfatıyladır.

كَانَ النَّاسُ أُمَّةً وَاحِدَةً فَبَعَثَ اللَّهُ النَّبِيِّينَ مُبَشِّرِينَ وَمُنذِرِينَ وَأَنزَلَ مَعَهُمُ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ لِيَحْكُمَ بَيْنَ النَّاسِ فِيمَا اخْتَلَفُوا فِيهِ   وَمَا اخْتَلَفَ فِيهِ إِلَّا الَّذِينَ أُوتُوهُ مِن بَعْدِ مَا جَاءَتْهُمُ الْبَيِّنَاتُ بَغْيًا بَيْنَهُمْ   فَهَدَى اللَّهُ الَّذِينَ آمَنُوا لِمَا اخْتَلَفُوا فِيهِ مِنَ الْحَقِّ بِإِذْنِهِ   وَاللَّهُ يَهْدِي مَن يَشَاءُ إِلَىٰ صِرَاطٍ مُّسْتَقِيمٍ [٢:٢١٣
İnsanlar bir tek topluluktu. Allah Nebi'leri müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdi ve anlaşmazlığa düştükleri konularda halkın arasında hükmetmeleri için onlarla birlikte gerçeği içeren kitabı indirdi. Oysa kitap verilenler kendilerine açık kanıtlar geldikten sonra aralarındaki kıskançlıktan ötürü onun hakkında anlaşmazlığa düştüler. Fakat Allah, izniyle inananları onların anlaşmazlığa düştüğü gerçeğe ulaştırdı. Allah dileyeni doğru yola iletir. (Bakara 2:213)

إِنَّا أَنزَلْنَا إِلَيْكَ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ لِتَحْكُمَ بَيْنَ النَّاسِ بِمَا أَرَاكَ اللَّهُ    وَلَا تَكُن لِّلْخَائِنِينَ خَصِيمًا [٤:١٠٥
Biz sana Kitab'ı hak olarak indirdik ki, insanlar arasında Allah'ın sana gösterdiği şekilde hüküm veresin. Sakın hainlerin savunucusu olma! (Nisa 4:105)

Buraya kadar verdiğimiz bütün ayetler, Allah Rasulü'nün sadece Kuran'ı tebliğ ile görevli olduğunu kanıtlamaktadır. Elbette Allah Rasulü aynı zamanda bu Kuran'ı hayatına aktarmakla da yükümlüydü, ancak bu; zaten bütün Müslümanların üzerine düşen bir görevdir. Bu nedenle Kuran'ı hayatına uygulamak Rasul olmanın gerektirdiği bir görev değil, Müslüman olmanın gerektirdiği bir yükümlülüktür.

Şimdi gelelim en önemli konuya:

Rasul'ün Örnek Alınması


Her şeyden önce bilmemiz gereken en önemli nokta şudur: Allah Rasulü de bizim gibi bir insandır.

قُلْ إِنَّمَا أَنَا بَشَرٌ مِّثْلُكُمْ يُوحَىٰ إِلَيَّ أَنَّمَا إِلَٰهُكُمْ إِلَٰهٌ وَاحِدٌ فَاسْتَقِيمُوا إِلَيْهِ وَاسْتَغْفِرُوهُ    وَوَيْلٌ لِّلْمُشْرِكِينَ [٤١:٦
De ki: “Ben sadece sizin gibi bir insanım, ancak bana ilâhınızın bir tek ilâh olduğu vahyediliyor.” Artık hep O'na yönelin ve O'ndan bağışlanma dileyin. Vay O'na ortak koşanların haline! (Fussilet 41:6)

Allah Rasul'ünün bizim gibi insan olmasının nedeni gene Kuran'da açıklanmıştır:

قُل لَّوْ كَانَ فِي الْأَرْضِ مَلَائِكَةٌ يَمْشُونَ مُطْمَئِنِّينَ لَنَزَّلْنَا عَلَيْهِم مِّنَ السَّمَاءِ مَلَكًا رَّسُولًا [١٧:٩٥
De ki: “Yeryüzünde yerleşip dolaşan melekler olsaydı onlara gökten bir meleği elçi gönderirdik.” (İsra 17:95)

Bizden tek farkı vahiy alması olan Allah Rasulü bizim gibi bir insandır. Allah Rasul'ü bizim için  güzel bir örnektir.

لَّقَدْ كَانَ لَكُمْ فِي رَسُولِ اللَّهِ أُسْوَةٌ حَسَنَةٌ لِّمَن كَانَ يَرْجُو اللَّهَ وَالْيَوْمَ الْآخِرَ وَذَكَرَ اللَّهَ كَثِيرًا [٣٣:٢١
Allah'ı ve ahiret gününü arzulayan ve Allah'ı sıkça ananlarınız için Allah'ın elçisinde güzel bir örnek vardır. (Ahzab 33:21)

Bununla beraber sadece Allah Rasul'ünde değil, diğer Rasullerde de güzel örnekler vardır:

قَدْ كَانَتْ لَكُمْ أُسْوَةٌ حَسَنَةٌ فِي إِبْرَاهِيمَ وَالَّذِينَ مَعَهُ... [٦٠:٤
Sizin için İbrahim ve onunla beraber olanlarda güzel bir örnek vardır... (Mümtehine 60:4)

Rasuller'de, kavimleri de kendilerine yollanan kitaptan sorumludurlar:

وَإِنَّهُ لَذِكْرٌ لَّكَ وَلِقَوْمِكَ - وَسَوْفَ تُسْأَلُونَ [٤٣:٤٤
Bu, sana ve kavmine zikirdir; ondan sorulacaksınız. (Zuhruf 43:44)

Burada geçen zikir kelimesinin Kuran olduğu açıktır. Zira:

وَيَوْمَ يَعَضُّ الظَّالِمُ عَلَىٰ يَدَيْهِ يَقُولُ يَا لَيْتَنِي اتَّخَذْتُ مَعَ الرَّسُولِ سَبِيلًا [٢٥:٢٧
O gün zalim kimse elini ısırıp şöyle der: “Keşke, Rasul ile birlikte aynı yolu tutsaydım.” (Furkan 25:27)
يَا وَيْلَتَىٰ لَيْتَنِي لَمْ أَتَّخِذْ فُلَانًا خَلِيلًا [٢٥:٢٨
“Vay bana, keşke falancayı arkadaş edinmeseydim.” (Furkan 25:28)
لَّقَدْ أَضَلَّنِي عَنِ الذِّكْرِ بَعْدَ إِذْ جَاءَنِي - وَكَانَ الشَّيْطَانُ لِلْإِنسَانِ خَذُولًا [٢٥:٢٩
“Beni, bana ulaşan zikirden saptırdı. Gerçekten, şeytan insanı yarı yolda bırakır.” (Furkan 25:29)
وَقَالَ الرَّسُولُ يَا رَبِّ إِنَّ قَوْمِي اتَّخَذُوا هَٰذَا الْقُرْآنَ مَهْجُورًا [٢٥:٣٠
Rasul de, “Rabbim, kavmim Kuran'ı terketti,” der. (Furkan 25:30)


O halde Rasuller sadece Kitaplara uymakla emrolunmuşlardır. Onlar hayatları boyunca kendilerine yollanan Kitaplara uymuşlar, insanlara bu kitapları tebliğ etmişler, bunu öğretmişler ve hayatlarına bu kitaplardaki hükümleri aktarmışlardır.

Bizim de Rasulleri örnek almamızın tek yolu, sadece Kuran'ı dinde kaynak kabul etmekle olabilir.

3 Haziran 2013 Pazartesi

Kuran'da eksiklik mi var ?

Ön kabuller çok tehlikeli şeylerdir. Bazen insanlar ön kabulleri yüzünden açık gerçekleri bile göremeyebilirler. Şimdi sağlıklı bir şekilde şu ayeti okuyalım:

مَا كَانَ حَدِيثًا يُفْتَرَىٰ وَلَٰكِن تَصْدِيقَ الَّذِي بَيْنَ يَدَيْهِ وَتَفْصِيلَ كُلِّ شَيْءٍ وَهُدًى وَرَحْمَةً لِّقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ [١٢:١١١...
...Bu, uydurma bir hadis değil; fakat kendisinden öncekilerin doğrulayıcısı, herşeyin detaylı açıklaması ve inananlar için bir hidayet ve Rahmettir. (Yusuf 12:111)

Şimdi, Kuran hakkında Allah-u Teala (تَفْصِيلَ كُلِّ شَيْءٍ) Tafsila külli şey – Herşeyin tafsilatlı / detaylı açıklaması demişken; şu Kuran'da yok, bu Kuran'da yok, bak onlar için hadis lazım demek nedir ?

Bahsettiğiniz şeyler Kuran'da olmadığı için; Kuran eksik demeyi aklediyorsunuz. Sevimli bir akıl yürütme. Peki neden şunu düşünemiyoruz ?

Bahsettiğimiz şeyler Kuran'da yok, acaba bunlar fazla olabilir mi ?

8 Mayıs 2013 Çarşamba

Çarpıtılan bazı ayetler 2 - Haşr 59:5

Allah Rasulü'nün Kuran'dan başka vahiyle emirler verdiğini iddia edenlerin kullandığı delillerden biri de şudur:
مَا قَطَعْتُم مِّن لِّينَةٍ أَوْ تَرَكْتُمُوهَا قَائِمَةً عَلَىٰ أُصُولِهَا فَبِإِذْنِ اللَّهِ وَلِيُخْزِيَ الْفَاسِقِينَ [٥٩:٥
Hurma ağaçlarından her hangi bir şey kesmeniz veya kökleri üzerinde bırakmanız hep Allah'ın izniyle ve O'nun, yoldan çıkanları cezalandırması içindir. (Haşr 59:5)

Bu ayetin esbabı nüzule göre olan tefisirinde şu anlatılır: Nadiroğulları ile yapılan savaşta; Müslümanlar, kalenin etrafındaki hurma ağaçlarını, düşmanı teslim olmaya zorlamak amacıyla kesmişlerdir. Ayette anlaşılacağı üzere ağaçları kesme işini Allah'tan izin alarak yapmışlardır. Bu izin Kuran ayeti ile gelmediğine göre Allah Rasulü'nden bir vahiy ile bildirilmiş olmalıdır.


Halbuki biraz derin bir bakışla buradaki iznin “ağaçları kesmenizde sizin için sakınca yoktur” mealinde sözlü bir izin olmadığı açıktır. Kaldı ki, savaş ortamında, en büyük günahlardan olan insanı öldürmek bile mübahken; Müslümanların ağaç kesmek için izin istemeleri tuhaf bir anlayıştır. Burada kastedilen, insanların yaptığı şeylerin Allah'ın kontrolü dahilinde olduğudur ve bunun bariz bir örneği olarak şu ayet gösterilebilir:

فَلَمْ تَقْتُلُوهُمْ وَلَٰكِنَّ اللَّهَ قَتَلَهُمْ   وَمَا رَمَيْتَ إِذْ رَمَيْتَ وَلَٰكِنَّ اللَّهَ رَمَىٰ   وَلِيُبْلِيَ الْمُؤْمِنِينَ مِنْهُ بَلَاءً حَسَنًا   إِنَّ اللَّهَ سَمِيعٌ عَلِيمٌ [٨:١٧
Onları siz öldürmediniz, fakat Allah öldürdü. Attığın zaman da sen atmıyordun; Allah atıyordu. Fakat böylece inananları güzel bir sınavla ödüllendirir. Allah İşitendir, Bilendir. (Enfal 8:17)

Burada da Allah-u Teala; insanların yaptığı fiillerin aslında kendi kontrolünde olduğunu ifade etmektedir. O halde Haşr suresi 5. ayette geçen iznin de; Allah'tan Müslümanlara sözlü bir “ağaçları kesebilirsiniz” izni olmadığı açığa çıkmaktadır.

6 Mayıs 2013 Pazartesi

Kuran Dışı Vahiy


Allah Rasulü'nün Kuran dışında vahiy alıp almadığı tartışma konusu bir durumdur. Bir uçtakiler Allah Rasulü'nün her söylediği vahiydir, o heva ve hevesinden konuşmaz deyip işi iyice abartmış  ve O'nun ölümünden yüzlerce yıl sonra yazılan pek çok uydurmaya vahiy gözüyle bakmışlardır. Bir kesim de, Allah Rasulü'nün Kuran'dan başka vahiy almadığını iddia etmektedirler. Şimdi konuyu Kuran ışığında incelemeye çalışalım:

Allah'ın (seçtiği) insanlarla iletişime geçtiğinde şüphe yoktur.

وَمَا كَانَ لِبَشَرٍ أَن يُكَلِّمَهُ اللَّهُ إِلَّا وَحْيًا أَوْ مِن وَرَاءِ حِجَابٍ أَوْ يُرْسِلَ رَسُولًا فَيُوحِيَ بِإِذْنِهِ مَا يَشَاءُ   إِنَّهُ عَلِيٌّ حَكِيمٌ [٤٢:٥١
Kendisiyle Allah'ın konuşması, bir beşer için olacak (şey) değildir; ancak bir vahy ile ya da perde arkasından veya bir elçi gönderip Kendi izniyle dilediğine vahyetmesi istisna. Gerçekten O, Yüce olandır, hüküm ve hikmet sahibidir. (Şura 42:51)

Gene Allah Rasulü'nün Kuran'ı vahiy yoluyla aldığı tartışılmazdır.

قُلْ مَن كَانَ عَدُوًّا لِّجِبْرِيلَ فَإِنَّهُ نَزَّلَهُ عَلَىٰ قَلْبِكَ بِإِذْنِ اللَّهِ مُصَدِّقًا لِّمَا بَيْنَ يَدَيْهِ وَهُدًى وَبُشْرَىٰ لِلْمُؤْمِنِينَ [٢:٩٧
Söyle; her kim Cebrail'e düşman ise iyi bilsin ki, Kur'ân'ı senin kalbine Allah'ın izniyle kendinden önceki vahiyleri onaylayıcı, müminlere hidayet ve müjde kaynağı olmak üzere o indirdi. (Bakara 2:97)

Bu konuda Müslümanlar hem fikir halindedir, bu nedenle daha fazla örnek vermeye gerek yoktur. Şimdi tartışmalı olan konu ile ilgili ayetlere bakalım:

Örnek 1

وَإِذْ أَسَرَّ النَّبِيُّ إِلَىٰ بَعْضِ أَزْوَاجِهِ حَدِيثًا فَلَمَّا نَبَّأَتْ بِهِ وَأَظْهَرَهُ اللَّهُ عَلَيْهِ عَرَّفَ بَعْضَهُ وَأَعْرَضَ عَن بَعْضٍ   فَلَمَّا نَبَّأَهَا بِهِ قَالَتْ مَنْ أَنبَأَكَ هَٰذَا    قَالَ نَبَّأَنِيَ الْعَلِيمُ الْخَبِيرُ [٦٦:٣
Peygamber, eşlerinden birine gizlice bir söz söylemişti. Fakat eşi, o sözü başkalarına haber verip Allah da bunu Peygamber'e açıklayınca, Peygamber (eşine) bir kısmını bildirmiş bir kısmından da vazgeçmişti. Peygamber bunu ona haber verince eşi: "Bunu sana kim söyledi?" dedi. Peygamber "Bilen, her şeyden haberi olan Allah bana söyledi." dedi. (Tahrim 66:3)

Bu ayetten ilk bakışta anlaşılan şudur: Allah Rasul'ü eşlerinden birine gizli bir söz söylemişti. Eşi de, bu sözü bir başkasına aktarmıştı. Bunu Allah-u Teala elçisine bildirince, o da eşine söylediği sözün bir kısmını açıkladı. Bu anlayışa göre Allah, peygamberimize Kuran dışı bir yolla bir bilgi vermiş oluyor.

Bu ayetten şu da anlaşılabilir: Bir şekilde Allah Rasul'ü eşinin bu sözü başkasına söylediğini farketti veyahut kendine bu söz söylenen kişi gelip bunu Allah Rasul'üne haber verdi. Peygamberimiz de bunu eşine ilettiği zaman, “bunu sana kim söyledi ?” sorusuna “ben bu olayı şu şekilde öğrendim” veya “bana şu söyledi” demek yerine bunu Allah'a izafe etti. Bu, bizim de günlük hayatta sık sık kullandığımız bir kalıptır. Bir şekilde olmadık bir şeyi duyunca “bunu Allah ortaya çıkardı”, “bunu Allah duyurdu” deriz.


Örnek 2

وَلَقَدْ نَصَرَكُمُ اللَّهُ بِبَدْرٍ وَأَنتُمْ أَذِلَّةٌ    فَاتَّقُوا اللَّهَ لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ [٣:١٢٣
Andolsun, sizler güçsüz olduğunuz halde Allah size Bedir'de yardım etmişti. Allah'tan sakının ki, O'na şükretmiş olasınız. (Al-i İmran 3:123)
إِذْ تَقُولُ لِلْمُؤْمِنِينَ أَلَن يَكْفِيَكُمْ أَن يُمِدَّكُمْ رَبُّكُم بِثَلَاثَةِ آلَافٍ مِّنَ الْمَلَائِكَةِ مُنزَلِينَ [٣:١٢٤
O zaman sen müminlere: “Rabbinizin size, indirilmiş üç bin melek ile yardım etmesi size yetmez mi?” diyordun. (Al-i İmran 3:124)
بَلَىٰ   إِن تَصْبِرُوا وَتَتَّقُوا وَيَأْتُوكُم مِّن فَوْرِهِمْ هَٰذَا يُمْدِدْكُمْ رَبُّكُم بِخَمْسَةِ آلَافٍ مِّنَ الْمَلَائِكَةِ مُسَوِّمِينَ [٣:١٢٥
Evet, sabreder ve (Allah'tan) korkarsanız, onlar ansızın üzerinize gelseler, Rabbiniz size nişanlı nişanlı beş bin melekle yardım eder. (Al-i İmran 3:125)
وَمَا جَعَلَهُ اللَّهُ إِلَّا بُشْرَىٰ لَكُمْ وَلِتَطْمَئِنَّ قُلُوبُكُم بِهِ   وَمَا النَّصْرُ إِلَّا مِنْ عِندِ اللَّهِ الْعَزِيزِ الْحَكِيمِ [٣:١٢٦
Allah, bunu size sırf bir müjde olsun ve kalpleriniz bununla yatışsın diye yaptı. Yardım, yalnız daima galip ve hikmet sahibi olan Allah katındandır. (Al-i İmran 3:126)

Ayetlerden anlaşılacağı üzere Allah, Müslümanlara Bedir Savaşı'ndaki olaylardan bahsediyor ve Bedir Savaşı sırasında Allah Rasulü'nün “üç bin melekle yardım” konusunda Müslümanları müjdelediğini hatırlatıyor. Gene ayetin devamında bu müjdeyi, Müslümanların kalpleri yatışsın diye Allah'ın bildirdiğini söylüyor. O halde bu ayetten şu anlaşılabilir: Bedir Savaşı sırasında Peygamberimiz, Allah'tan aldığı meleklerle yardım müjdesini ashabına iletmiştir. Bu müjdenin ayetle gelmediği de açıktır. O halde Allah Rasul'ü hem Kuran dışı vahiy almıştır, hem de bunu ashabına bildirmiştir.

Fakat bu ayetten şu da anlaşılabilir: Allah Rasul'ü peygamber olması özelliği ile melekleri görebiliyordu (buna kanıt olarak Necm Suresi 5-11. ayetler arasına bakabilirsiniz.) Peygamberimiz savaş sırasında pek çok meleğin yardım için indiğini gördü ve bunu Müslümanlara bildirdi. Bu bildirim sırasında ise pek çok insanın yapacağı bir genellemede bulunarak meleklerin sayısını göz kararı 3.000 olarak saydı ve bu rakamı verdi. Ancak Bedir Savaşı'nı anlatan ayetler geldiğinde Allah-u Teala hem peygamberimizin göz kararı verdiği 3.000 sayısından bahsetti hem de meleklerin gerçek sayısı olan 5.000 rakamını bildirdi. Şayet meleklerin sayısını iddia edildiği gibi Allah bildirmiş olsaydı, peygamberimizin 3.000 değil 5.000 demesi gerekirdi.

Örnek 3

وَإِذْ يَعِدُكُمُ اللَّهُ إِحْدَى الطَّائِفَتَيْنِ أَنَّهَا لَكُمْ وَتَوَدُّونَ أَنَّ غَيْرَ ذَاتِ الشَّوْكَةِ تَكُونُ لَكُمْ وَيُرِيدُ اللَّهُ أَن يُحِقَّ الْحَقَّ بِكَلِمَاتِهِ وَيَقْطَعَ دَابِرَ الْكَافِرِينَ [٨:٧
Allah iki gruptan birisini (yenmeyi) size söz vermişti; siz ise, güçsüz olanıyla karşılaşmayı istiyordunuz. Oysa Allah kelimeleriyle hakkı gerçekleştirmek ve kafirlerin ardını kesmeyi diliyor. (Enfal 8:7)

Bu ayete göre Allah Müslümanlara iki gruptan birini savaşta yenme sözü veriyor. Bu söz bu ayetle veriliyor olamaz zira geçmiş zamanda bu sözün verildiği bellidir. Gene bildiğimiz kadarıyla Allah'ın müslümanlara “siz yakında iki gruptan biriyle karşılaşacaksınız” mealinde bir haber verdiği ayet yoktur. O halde bu ayetten anlaşılan şudur: Allah-u Teala Rasulü aracılığı ile Müslümanlara iki gruptan birini yenecekleri haberini bildirmiştir. Bu da elbette peygamberimizin Kuran dışı vahiy aldığına dair bir delildir.


Görebildiğim kadarıyla Allah Rasulü'nün Kuran dışı vahiy aldığına delil olarak kullanmaya uygun bu üç ayetten başkası yoktur. Gerçi bu iddiada olanlar başka ayetleri de delil olarak kullanmaktadırlar (Bakara 2:144, 187, 238, 239 - Haşr 59:5 - Ahzab 33:37 – Fetih 48:15 – Kıyame 75:19) Ancak bu ayetlerin Kuran dışı vahiy olarak anlaşılmaları; bağlamlarından kopuk değerlendirmeleri hatta çarpıtılmaları neticesi oluşan anlayışlardır diye düşünüyorum. Bu nedenle sadece bu üç ayet üzerinde duracağız.

Şahsi kanaatim peygamberimizin Kuran haricinde de Allah'tan gerek vahiy yoluyla olsun, gerek Melekler vasıtası ile olsun bir takım bilgiler aldığı yönündedir. Örnek olarak verdiğimiz üç ayetten ilk bakışta anlaşılan da budur. Fakat dikkatli bir bakışla şu görülür: Allah Rasulü'nün aldığı bu vahiyler Kuran'dan çok farklıdır. Bunlar ya kendisi ile ilgili özel şeylerdir, veyahut o anda yaşanan olaylarla ilgili spesifik durumlara has özel haberlerdir. Bu tür vahiylerin tüm zaman ve mekanlar için geçerli olan ve biz Müslümanların düşüncelerini / hareketlerini şekillendiren Kuran'dan farklı olduğu aşikardır. Bu vahiyler bizi bağlamamaktadır ve bu vahiylerde bizim hayatımıza aktaracağımız hiç bir husus yoktur. Zaten bu nedenle Allah Rasulü bu vahiyleri yazdırmamıştır ve bunlar Kuran'da direkt geçmemiştir.

O halde bilmemiz gereken husus şudur: Elbette peygamberimiz yüklendiği zorlu görev sırasında Allah'tan bir takım haberler / müjdeler vb. almıştır, alması normaldir (Meryem'in aldığı vahiyler gibi) Ancak, bu tür bilgiler her ne kadar Allah'tan gelmesi itibari ile vahiy olsalar da, biz Müslümanlar'ın hayatı için bir örnek teşkil etmemektedirler, bizi bağlayan yönleri yoktur. Biz Müslümanları bağlayan tek vahiy Kuran'dır ve Allah'ın koruması altında hiç değişmeden günümüze kadar gelmiştir.

Allah Rasulü'nün Kuran dışı vahiy aldığını söyleyip; bu vahyi Kuran emirlerine taban tabana zıt hadis kitaplarını meşrulaştırmak için kullanmak doğru yoldan sapmaktır.

4 Mayıs 2013 Cumartesi

Çarpıtılan bazı ayetler 1 - Nahl 16:44

Çarpıtılan bazı ayetler başlığı altında; hadislerin de Kuran gibi vahiy olduğunu veya Kuran'ın hadislere muhtaç olduğunu iddia edenlerin, bağlamından kopuk olarak kullandığı bazı ayetler hızlı bir şekilde incelenecektir.

بِالْبَيِّنَاتِ وَالزُّبُرِ    وَأَنزَلْنَا إِلَيْكَ الذِّكْرَ لِتُبَيِّنَ لِلنَّاسِ مَا نُزِّلَ إِلَيْهِمْ وَلَعَلَّهُمْ يَتَفَكَّرُونَ [١٦:٤٤
(Onları) Apaçık deliller ve kitaplarla (gönderdik). Sana da zikri (Kur'an'ı) indirdik ki, insanlara kendileri için indirileni beyan edesin ve onlar da iyice düşünsünler, diye. (Nahl 16:44)

İddia şu: Sana Kuran'ı indirdik ki, tebliğ edesin demiyor ayette; “beyan edesin diye” diyor. Bu beyan da açıklama / yorumlama / tefsir etmedir. Bu yorum nasıl olacak ? Kuran'la olmaz ki, bu yorum ancak Peygamberin Cebrail'den aldığı bilgilerle olur. İşte bu bilgilerin adı sünnettir / hadistir.  Sünnet (1) Kuran'ın müşkilini açıklar. Yani net olmayan hususlarını izah eder. (2) Kuran'ın kısa geçtiği, detay vermediği kısımları detaylandırır...  Açıklama böylece devam ediyor.

Bu açıklamanın can alıcı noktası, beyan etmekten neyin kastedildiğidir ? Nahl (16:44) ayetinde geçen (لِتُبَيِّنَ) litubeyyine ibaresi “beyan etmen için” diye tercüme edilebilir. Beyan etme temelde 2 anlama gelir. (1) Bir şeyi söylemek, bildirmek (2) anlaşılmaz bir sözü açıklamak, tefsir etmek. Bu ayette geçen beyan acaba hangi anlamda kullanılmış olabilir?

Kuran bütünlüğü açısından ele alırsak 2. anlam çok da uygun değildir. Zira Kuran kendini gene beyan kökünden gelen mübin (açık) olarak tanımlar, mufassal (detaylı) olduğunu söyler ve öğüt alınması için kolaylaştırıldığından bahseder. Bütün bunların yanında beyan ifadesinin kullanıldığı şu ayete bakalım:
وَإِذْ أَخَذَ اللَّهُ مِيثَاقَ الَّذِينَ أُوتُوا الْكِتَابَ لَتُبَيِّنُنَّهُ لِلنَّاسِ وَلَا تَكْتُمُونَهُ فَنَبَذُوهُ وَرَاءَ ظُهُورِهِمْ وَاشْتَرَوْا بِهِ ثَمَنًا قَلِيلًا         فَبِئْسَ مَا يَشْتَرُونَ [٣:١٨٧
Bir zaman Allah, kendilerine kitap verilenlerden, “Onu mutlaka insanlara beyan edeceksiniz, onu gizlemeyeceksiniz.” diye söz almıştı. Onlar ise bunu kulak ardı ettiler ve onu az bir dünyalığa değiştiler. Yaptıkları bu alışveriş ne kadar kötüdür. (Ali-İmran 3:187)

Bu ayette de beyan ibaresi geçmektedir. (لَتُبَيِّنُنَّهُ لِلنَّاسِ) le tubeyyinunne hu linnasi – onu insanlara beyan edeceksiniz ibaresi (وَلَا تَكْتُمُونَهُ) ve la tektumunehu – onu gizlemeyeceksiniz ibaresinin zıt anlamı olarak kullanılmıştır. Bu ayetle beraber düşününce beyan kelimesinin açıklamak / tefsir etmek etmek anlamında değil, söylemek anlamında kullanıldığı barizdir.

2 Mayıs 2013 Perşembe

Peygambere uymak / itaat etmek ne demektir ?


Sünnetin / hadisin de Kuran gibi şeri delil olduğunu, onun da vahiy olduğunu ve Kuran'dan sonra uymamız gereken 2. bir kaynak olduğunu iddia edenlerin Kuran'dan getirdikleri deliller şunlardır:

قُلْ أَطِيعُوا اللَّهَ وَالرَّسُولَ     فَإِن تَوَلَّوْا فَإِنَّ اللَّهَ لَا يُحِبُّ الْكَافِرِينَ [٣:٣٢
De ki, Allah'a ve Rasul'e itaat edin! Eğer aksine giderlerse, şüphe yok ki Allah kâfirleri sevmez. (Al-i İmran 3:32)

وَمَا كَانَ لِمُؤْمِنٍ وَلَا مُؤْمِنَةٍ إِذَا قَضَى اللَّهُ وَرَسُولُهُ أَمْرًا أَن يَكُونَ لَهُمُ الْخِيَرَةُ مِنْ أَمْرِهِمْ  وَمَن يَعْصِ اللَّهَ وَرَسُولَهُ فَقَدْ ضَلَّ ضَلَالًا مُّبِينًا [٣٣:٣٦
Allah ve Rasulü bir işte hüküm verdiği zaman, hiçbir inanan erkek ve kadın o işte seçim hakkına sahip değildir. Kim Allah'a ve elçisine isyan ederse açık bir biçimde sapmış olur. (Ahzab 33:36)

Allah ve Elçisine / Rasulüne uymak ile ilgili geçen ayetlerde Allah'ı Kur'an, Rasulü de hadis olarak tevil edenler şunu söylüyorlar. Allah bizden 2 kaynağa uymamızı emretti; birincisi Kur'an, ikincisi hadis/sünnet.

Bu iddiaya bir kaç yönden cevap verilebilir:
  • Şayet Allah ile kastedilen Kur'an ise, Allah isminin geçtiği yerleri Kur'an olarak anlayabilir miyiz ? Sözgelimi Kuran'da pekçok yerde geçen “Allah bize yeter” mealindeki hitabı “Kuran bize yeter” olarak anlayabilir miyiz ?
  • Gene Rasul olarak kastedilen hadis (Buhari, Müslim, vb) ise, Kur'an'da her Rasul geçen yeri hadis olarak anlayabilir miyiz ? Mesela ganimetlerin 5'te birinin peygamber için olduğu söylenen Enfal suresi 41. ayete göre, olası bir ganimetten belli bir pay mesela hadis kitabı bastırmak için mi kullanılacaktır ?
  • Yusuf suresi 40. ve 67. ayette ve Enam suresi 57. ayette geçen (إِنِ الْحُكْمُ إِلَّا لِلَّهِ) “hüküm ancak Allah'ındır” ayetine göre de, hüküm koyan sadece Allah'tır / Kuran'dır, dememiz gerekmez mi ? Bu ayetlerin tamamını beraber düşününce Rasul sadece Allah'ın koyduğu hükmü iletmiş olmaz mı ? Rasul de ayrıca hüküm koyabiliyorsa “hüküm ancak Allah'ındır” ayeti ne ifade etmektedir ? Bu mantığa göre ayetin “Hüküm Allah'ın ve Rasul'ünündür” şeklinde gelmesi gerekmez miydi ?
  • Kehf Suresi 26. ayette (مَا لَهُم مِّن دُونِهِ مِن وَلِيٍّ وَلَا يُشْرِكُ فِي حُكْمِهِ أَحَدًا) “O, hükmüne kimseyi ortak etmez” denildikten sonra, bir sonraki ayette geçen (وَاتْلُ مَا أُوحِيَ إِلَيْكَ مِن كِتَابِ رَبِّكَ) “Rabbinin kitabından sana vahyedileni oku” ibaresini beraber düşününce; Allah Rasulü'ne vahyedilenin ona indirilen Kuran olduğu ve Allah Rasulü'ne uymanın da Kuran'a uymak olduğu anlaşılmamakta mıdır?
Bütün bu sorular, yukarıdaki anlayışın doğru olmadığını göstermek, bu anlayıştaki çelişkiyi ortaya koymak için sorulmuştur. Yoksa tek başına bu ayetleri bu tarzda anlamak (bağlamlarından kopuk ele alındıkları için) sağlıklı değildir.

Basit bir düşünce ile ayetlerde geçen Allah ve Rasul'e uyun hitabında Allah yerine Kur'an, Rasul yerine sünnet ibarelerini kullanmanın ne kadar saçma olduğunu ve anlamı ne kadar değiştirdiğini görebiliriz. Söylenecek şeylerin en önemlisi şudur: Allah ve Rasulü ibaresinde geçen Rasul kelimesinin hangi anlamda kullanıldığını görmek için gene Kuran'a bakmak lazımdır. Rasul kavramı ile sünnet / hadisin kullanıldığı Kuran'da geçmemektedir. O halde her hangi bir delil olmadan Rasul yerine hadis ibaresi konulamaz.

Zira Rasul “elçi” demektir ve elçi ancak kendisine verilen mesajı iletmekle görevlidir. Allah Rasulünün de Kuran'ı, sadece Kuran'ı tebliğ ile görevlendirildiği çok açıktır. Allah ve Rasulü ibaresinde geçen Rasul'den ne kastedildiğine ayetlerden bakalım:

Rasulullah'ın Bildirdiği tek mesaj Kuran'dır
قُلْ أَيُّ شَيْءٍ أَكْبَرُ شَهَادَةً     قُلِ اللَّه شَهِيدٌ بَيْنِي وَبَيْنَكُمْ     وَأُوحِيَ إِلَيَّ هَٰذَا الْقُرْآنُ لِأُنذِرَكُم بِهِ وَمَن بَلَغَ... [٦:١٩
De ki: "Şahitlik yönünden hangi şey daha büyüktür?". De ki: "Allah, benimle sizin aranızda şahittir ve bana bu Kur'ân vahyolundu ki, onunla hem sizi, hem de sizden sonra kendisine ulaşan herkesi uyarayım... (En-am 6:19)

كِتَابٌ أُنزِلَ إِلَيْكَ فَلَا يَكُن فِي صَدْرِكَ حَرَجٌ مِّنْهُ لِتُنذِرَ بِهِ وَذِكْرَىٰ لِلْمُؤْمِنِينَ [٧:٢
(Bu,) sana indirilen bir Kitab'tır. Onunla uyarman ve inananlara öğüt (vermen) hususunda göğsünde bir sıkıntı olmasın. (Araf 7:3)

نَّحْنُ أَعْلَمُ بِمَا يَقُولُونَ     وَمَا أَنتَ عَلَيْهِم بِجَبَّارٍ     فَذَكِّرْ بِالْقُرْآنِ مَن يَخَافُ وَعِيدِ [٥٠:٤٥
Biz onların neler söylediklerini daha iyi biliriz. Sen onların üzerinde bir zorba değilsin; şu halde, Benim kesin tehdidimden korkanlara Kur'an ile öğüt ver. (Kaf 50:45)

وَمَا أَنزَلْنَا عَلَيْكَ الْكِتَابَ إِلَّا لِتُبَيِّنَ لَهُمُ الَّذِي اخْتَلَفُوا فِيهِ    وَهُدًى وَرَحْمَةً لِّقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ [١٦:٦٤
Sana bu kitabı indirdik ki, anlaşmazlığa düştükleri konuları kendilerine bildiresin. Bu kitap, inanan bir topluluk için bir yol göstericidir, bir rahmettir. (Nahl 16:64)

Rasulullah sadece Kuran ile hükmetmiştir
وَأَنزَلْنَا إِلَيْكَ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ مُصَدِّقًا لِّمَا بَيْنَ يَدَيْهِ مِنَ الْكِتَابِ وَمُهَيْمِنًا عَلَيْهِ  فَاحْكُم بَيْنَهُم بِمَا أَنزَلَ اللَّهُ  وَلَا تَتَّبِعْ أَهْوَاءَهُمْ عَمَّا جَاءَكَ مِنَ الْحَقِّ  لِكُلٍّ جَعَلْنَا مِنكُمْ شِرْعَةً وَمِنْهَاجًا  وَلَوْ شَاءَ اللَّهُ لَجَعَلَكُمْ أُمَّةً وَاحِدَةً وَلَٰكِن لِّيَبْلُوَكُمْ فِي مَا آتَاكُمْ  فَاسْتَبِقُوا الْخَيْرَاتِ  إِلَى اللَّهِ مَرْجِعُكُمْ جَمِيعًا فَيُنَبِّئُكُم بِمَا كُنتُمْ فِيهِ تَخْتَلِفُونَ [٥:٤٨
Sana da, önündeki kitap(lar)ı doğrulayıcı ve ona 'bir şahid-gözetleyici' olarak Kitab'ı indirdik. Öyleyse aralarında Allah'ın indirdiğiyle hükmet ve sana gelen haktan sapıp onların hevalarına uyma. Sizden her biriniz için bir şeriat ve bir yol-yöntem kıldık. Eğer Allah dileseydi, sizi bir tek ümmet kılardı; ancak, verdikleriyle sizi denemesi içindir. Artık hayırlarda yarışınız. Tümünüzün dönüşü Allah'adır. Hakkında anlaşmazlığa düştüğünüz şeyleri size haber verecektir. (Maide 5:48)

وَأَنِ احْكُم بَيْنَهُم بِمَا أَنزَلَ اللَّهُ وَلَا تَتَّبِعْ أَهْوَاءَهُمْ وَاحْذَرْهُمْ أَن يَفْتِنُوكَ عَن بَعْضِ مَا أَنزَلَ اللَّهُ إِلَيْكَ    فَإِن تَوَلَّوْا فَاعْلَمْ أَنَّمَا يُرِيدُ اللَّهُ أَن يُصِيبَهُم بِبَعْضِ ذُنُوبِهِمْ    وَإِنَّ كَثِيرًا مِّنَ النَّاسِ لَفَاسِقُونَ [٥:٤٩
Aralarında Allah'ın indirdiğiyle hükmet ve onların hevalarına uyma. Allah'ın sana indirdiklerinin bir kısmından seni şaşırtmamaları için onlardan sakın. Şayet yüz çevirirlerse, bil ki, Allah bir kısım günahları nedeniyle onlara bir musibeti tattırmak istemektedir. Şüphesiz, insanların çoğu fasıklardır. (Maide 5:49) 

Rasulullah Kuran'dan başka bir kaynak kabul edemez
أَفَغَيْرَ اللَّهِ أَبْتَغِي حَكَمًا وَهُوَ الَّذِي أَنزَلَ إِلَيْكُمُ الْكِتَابَ مُفَصَّلًا      وَالَّذِينَ آتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ يَعْلَمُونَ أَنَّهُ مُنَزَّلٌ مِّن رَّبِّكَ بِالْحَقِّ    فَلَا تَكُونَنَّ مِنَ الْمُمْتَرِينَ [٦:١١٤
Allah'tan başka bir hakem mi arayayım? Oysa O, size kitabı açıklanmış olarak indirmiştir. Kendilerine kitap verdiklerimiz, bunun gerçekten Rabbinden hak olarak indirilmiş olduğunu bilmektedirler. Şu halde, sakın kuşkuya kapılanlardan olma. (Enam 6:114)

قُلْ أَيُّ شَيْءٍ أَكْبَرُ شَهَادَةً     قُلِ اللَّهُ     شَهِيدٌ بَيْنِي وَبَيْنَكُمْ    وَأُوحِيَ إِلَيَّ هَٰذَا الْقُرْآنُ لِأُنذِرَكُم بِهِ وَمَن بَلَغَ    أَئِنَّكُمْ لَتَشْهَدُونَ أَنَّ مَعَ اللَّهِ آلِهَةً أُخْرَىٰ    قُل لَّا أَشْهَدُ    قُلْ إِنَّمَا هُوَ إِلَٰهٌ وَاحِدٌ وَإِنَّنِي بَرِيءٌ مِّمَّا تُشْرِكُونَ [٦:١٩
De ki: “Şahitlik yönünden hangi şey daha büyüktür?” De ki: “Allah, benimle sizin aranızda şahittir ve bana bu Kur'ân vahyolundu ki, onunla hem sizi, hem de sizden sonra kendisine ulaşan herkesi uyarayım. Allah'la beraber başka ilâhlar olduğuna siz gerçekten şahitlik eder misiniz?” De ki: “Ben buna şahitlik etmem.” “O, ancak ve ancak bir tek ilâhtır ve gerçekten ben, sizin ortak tuttuğunuz şeylerden uzağım” de. (Enam 6:19)

وَإِذَا تُتْلَىٰ عَلَيْهِمْ آيَاتُنَا بَيِّنَاتٍ    قَالَ الَّذِينَ لَا يَرْجُونَ لِقَاءَنَا ائْتِ بِقُرْآنٍ غَيْرِ هَٰذَا أَوْ بَدِّلْهُ    قُلْ مَا يَكُونُ لِي أَنْ أُبَدِّلَهُ مِن تِلْقَاءِ نَفْسِي  إِنْ أَتَّبِعُ إِلَّا مَا يُوحَىٰ إِلَيَّ    إِنِّي أَخَافُ إِنْ عَصَيْتُ رَبِّي عَذَابَ يَوْمٍ عَظِيمٍ [١٠:١٥
Böyle iken, âyetlerimiz, kesin birer belge olarak kendilerine okunduğu zaman, o bizimle karşılaşmayı ummayanlar, “Bundan başka bir Kur'ân getir veya bunu değiştir.” dediler. De ki, “Onu kendiliğimden değiştiremem, benim açımdan bu olacak bir şey değildir. Ben ancak bana vahyolunana uyarım. Rabbime isyan edersem, şüphesiz büyük bir günün azabından korkarım.” (Yunus 10:15)

أَوَلَمْ يَكْفِهِمْ أَنَّا أَنزَلْنَا عَلَيْكَ الْكِتَابَ يُتْلَىٰ عَلَيْهِمْ      إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَرَحْمَةً وَذِكْرَىٰ لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ [٢٩:٥١
Sana indirdiğimiz ve onlara okunmakta olan kitap, kendilerine yetmedi mi? Bunda iman edecek bir kavim için elbette bir rahmet ve öğüt vardır. (Ankebut 29:51)

أَلَمْ تَرَ إِلَى الَّذِينَ أُوتُوا نَصِيبًا مِّنَ الْكِتَابِ يُدْعَوْنَ إِلَىٰ كِتَابِ اللَّهِ لِيَحْكُمَ بَيْنَهُمْ ثُمَّ يَتَوَلَّىٰ فَرِيقٌ مِّنْهُمْ وَهُم مُّعْرِضُونَ [٣:٢٣
Görmüyor musun, o kendilerine kitaptan bir nasip verilmiş olanlar, aralarında hüküm vermek için Allah'ın kitabına davet olunuyorlar da, sonra içlerinden bir kısmı yüz çevirerek dönüp gidiyorlar. (Al-i İmran 3:23)

إِنَّ الَّذِي فَرَضَ عَلَيْكَ الْقُرْآنَ لَرَادُّكَ إِلَىٰ مَعَادٍ   قُل رَّبِّي أَعْلَمُ مَن جَاءَ بِالْهُدَىٰ وَمَنْ هُوَ فِي ضَلَالٍ مُّبِينٍ [٢٨:٨٥
Kur'ân'ı sana farz kılan Allah, elbette seni dönülecek yere döndürecektir. De ki: “Rabbim, kimin hidayetle geldiğini ve kimin apaçık bir sapıklık içinde olduğunu en iyi bilendir.” (Kasas 28:87)

وَمَا كُنتَ تَرْجُو أَن يُلْقَىٰ إِلَيْكَ الْكِتَابُ إِلَّا رَحْمَةً مِّن رَّبِّكَ    فَلَا تَكُونَنَّ ظَهِيرًا لِّلْكَافِرِينَ [٢٨:٨٦
Sen, bu kitabın sana vahyolunacağını ummuyordun. Bu ancak Rabbinden bir rahmettir. O halde sakın kâfirlere arka çıkma! (Kasas 28:88)

وَلَا يَصُدُّنَّكَ عَنْ آيَاتِ اللَّهِ بَعْدَ إِذْ أُنزِلَتْ إِلَيْكَ   وَادْعُ إِلَىٰ رَبِّكَ    وَلَا تَكُونَنَّ مِنَ الْمُشْرِكِينَ [٢٨:٨٧
Allah'ın âyetleri sana indirildikten sonra, artık sakın onlar seni bu âyetlerden alıkoymasınlar. Rabbine davet et. Asla müşriklerden olma!  (Kasas 28:89)

Rasulullah Kuran'ı terkedenlerden şikayetçidir
وَقَالَ الرَّسُولُ يَا رَبِّ إِنَّ قَوْمِي اتَّخَذُوا هَٰذَا الْقُرْآنَ مَهْجُورًا [٢٥:٣٠
Ve Rasul dedi ki: “Rabbim gerçekten benim kavmim, bu Kur'an'ı terk edilmiş bıraktılar.” (Furkan 25:30)

Şimdiye kadar Allah ve Rasulü ibaresinin tutarsızlığını gösteren bazı sorular sorup, gerçekte Rasul'ün sadece Kuran'ı getirdiğini, ona vahyedilenin sadece Kuran olduğunu gösteren ayetlerden örnekler verdik. Ancak Allah ve Rasulü ibaresinin yanlış anlaşılmasındaki bizce en büyük etken yanlış çeviridir. Aşağıdaki açıklama aynı zamanda Kuran ve Hikmet tamlamasındaki hatalı anlayışa da cevap vermiş olacaktır. (Ancak gene de Kuran ve Hikmet bu bölümden bağımsız olarak ayrıca incelenecektir.)

Önemli bir çeviri hatası

İddia şudur: Kuran'da pek çok yerde geçen Allah'a ve Rasul'e uyun emrindeki Allah ile kastedilen Kuran, Rasulü ile kastedilen sünnettir. (Gene pek çok yerde geçen kitap ve hikmet tabirlerindeki kitaptan kastedilen Kuran, hikmetten kastedilen ise sünnettir.) Bu iki tamlamadaki gerek Allah ve Rasulü (gerek Kitap ve Hikmet olsun),  “ve” bağlacını yanlış anlamadan kaynaklanan bir anlayışla birbirinden farklı şeyler olarak düşünülmektedir.

Allah ve Rasulü kelimesindeki “ve” bağlacını, birbirini tamamlayan değil de, birbirinden farklı gören anlayış isabetli değildir. Ortadaki “ve” bağlacı nedeni ile; Allah demek Kuran demektir, “ve Rasulü” denildiğine göre, bu da Kuran'dan başka bir şey olmalıdır demek; bariz bir hatadır.

Biraz daha netleştirmek için, matematiksel bir dille açıklayalım:

“Ve” bağlacı Kuran'da “A” ve “B” şeklinde kullanıldığında, her zaman A ve B'nin farklı şeyler olduğu anlamı çıkmaz. “Ve” bağlacının farklı kullanımları Kuran'da geçmektedir.

Bir örnek verelim:
يَا أَهْلَ الْكِتَابِ قَدْ جَاءَكُمْ رَسُولُنَا يُبَيِّنُ لَكُمْ كَثِيرًا مِّمَّا كُنتُمْ تُخْفُونَ مِنَ الْكِتَابِ وَيَعْفُو عَن كَثِيرٍ  قَدْ جَاءَكُم مِّنَ اللَّهِ نُورٌ وَ كِتَابٌ مُّبِينٌ [٥:١٥
Ey Kitap Ehli, kitaptan gizlemekte olduklarınızın çoğunu size açıklayan ve birçoğundan geçiveren elçimiz geldi. Size Allah'tan bir nur ve apaçık bir kitap geldi. (Maide 5:15)

Burada ehlikitaba nur ve kitap olarak iki farklı şey gelmemiştir. Apaçık bir kitap olarak nur gelmiştir. O halde ayetin çevirisi "Size Allah 'tan bir ışık, yâni; apaçık bir kitap geldi” şeklinde olmalıdır.(Bu açıklama Mevdudi'nin Tefhimul Kuran'ından alınmıştır) Bu yorum doğru kabul edilmese bile, alimlerin sırf arada ve bağlacı var diye kitap ve nuru ayrı şeyler olarak anlamaması bizim için yeterlidir.

Bazı zamanlarda da; “A” ve “B” denildiğinde; “B”, “A”nın bir parçası, “A”nın bariz bir özelliği, “A”nın önemli bir kısmı... şeklinde anlaşılır.
وَأَعِدُّوا لَهُم مَّا اسْتَطَعْتُم مِّن قُوَّةٍ وَمِن رِّبَاطِ الْخَيْلِ ... [٨:٦٠
Onlara karşı gücünüzün yettiği kadar kuvvet ve besili atlar hazırlayın... (Enfal 8:60)

Bu örnekte de, “besili atlar”  “kuvvet”den farklı bir şey değil, aksine kuvvetin bir parçasıdır. Sırf arada “ve” bağlacı var diye besili atlar ile kuvvetin birbirinden farklı bir şey olduğunu düşünülmemektedir.

حَافِظُوا عَلَى الصَّلَوَاتِ وَالصَّلَاةِ الْوُسْطَىٰ وَقُومُوا لِلَّهِ قَانِتِينَ [٢:٢٣٨
Namazlara ve orta namaza dikkat edin. Kendinizi tümüyle Allah'a vererek namaza durun. (Bakara 2:238)

Ayette namazlara ve orta namaza dikkat edin ibaresi geçmektedir. Namaz olarak tercüme edilen kelimenin orjinali “salat”dır. Salat; dua, destek, namaz anlamlarında kullanılan bir kelimedir. Şayet sırf ve bağlacı ile bağlandı diye namazları ve orta namazı birbirinden farklı kavramlar olarak anlayacak olsaydık, ayeti; namazlara ve orta duaya dikkat edin diye tercüme etmemiz gerekebilirdi. Ama bu ayet Namazlara özellikle orta namaza dikkat edin şeklinde anlaşılmıştır. Bu örnekte de görüleceği üzere, sırf arada “ve” bağlacı var diye birbirine bağlanan “A” ve “B” birbirinden farklı şeyler olmak durumunda değildir.
تَعْرُجُ الْمَلَائِكَةُ وَالرُّوحُ إِلَيْهِ فِي يَوْمٍ كَانَ مِقْدَارُهُ خَمْسِينَ أَلْفَ سَنَةٍ [٧٠:٤
Melekler ve Ruh miktarı ellibin yıl süren bir gün içinde ona çıkar. (Mearic 70:4)

Bu ve başka pek çok ayette geçen Melekler ve Ruh ibarelerindeki ruhdan kastedilenin Cebrail olduğu pek çok müfessir tarafından söylenmiştir. (Razî gibi sözkonusu ayette yer alan Ruh’un Cebrail olduğunu söyleyen alimlere göre, meleklerle beraber ayrıca ona vurgu yapılması, onun büyüklüğüne, Allah katındaki değerine, melekler arasındaki saygın konumuna işaret etmek içindir. Razî, ilgili ayetin tefsiri) O halde bu kişiler ayeti Melekler ve Cebrail olarak anlamıştır. Ruh'dan kastedilenin Cebrail olmadığını iddia edenler bile, olaya gramer açısından yaklaşmamışlar, Cebrail zaten bir melektir; bu nedenle melekler ve Cebrail denilemez, “ve” bağlacı ile bağlandığına göre ruh Cebrail'den farklı olmalıdır dememişlerdir. Konumuz itibari ile ruh'dan kastedilenin Cebrail olup olmadığı önemli değildir. Burada yapılan, arapçada “ve” bağlacı geçtiği zaman, her zaman iki farklı kavramı birbirine bağlanmadığını göstermektir. Bir grup müfessir; Cebrail, melek grubundan olduğu halde, önemine binaen melekler ve ruh denilerek ayrıca telaffuz edildiğini düşünmektedir. Anlam olarak ruh'un Cebrail anlamına gelmediği söylense bile, burada Arapça'da ve bağlacının nasıl anlaşıldığını göstermek bakımından bu örnek verilmiştir.

Kısacası, gerek Allah ve Rasulü ibaresi olsun, (gerek Kuran ve Hikmet ibaresi olsun), sırf bu iki kelime birbirine “ve” bağlacı ile bağlandı diye bunlar birbirinden tamamen farklı kavramlardır demek hatalı bir görüştür. Bu anlamı vermek için -yani Rasul yerine ve hikmet yerine hadis'i kullanmak için- Kuran'dan bir delil gerekmektedir ki, bu yoktur. Kuran'ın hiç bir yerinde Rasul veya Hikmet peygamberin sözü / uygulaması / hadis kitabı olarak geçmemektedir.
Son iki örnek ile konumuzu kapatalım:
بَرَاءَةٌ مِّنَ اللَّهِ وَرَسُولِهِ إِلَى الَّذِينَ عَاهَدتُّم مِّنَ الْمُشْرِكِينَ [٩:١
(Bu,) Müşriklerden kendileriyle antlaşma imzaladıklarınıza Allah'tan ve Rasûlü’nden kesin bir ültimatomdur / uyarıdır. (Tevbe 9:1)

Bu ayetlerin Allah ve Rasulünden bir ültimatom olduğu söylenmektedir. Şayet “ve” bağlacını, birbirinden farklı iki şeyi bağlayan şekilde anlarsak, Allah ve Rasulü'nün tevbe suresinin bahsedilen ayetlerini beraber yazdığını söylemiş oluruz.

Halbuki anlam çok farklıdır. Rasul / elçi, ancak kendine verilen mesajı tebliğ eder. O halde Rasul'e uymak, ona verilen mesaja uymak demektir, o da Kuran'a uymak demektir. Ültimatomdan bahseden ayetler Allah'tandır, ancak elçi onu tebliğ ile görevli olduğu için burada Allah Rasulü de zikredilmiştir.

 ۚ فَهَلْ عَلَى الرُّسُلِ إِلَّا الْبَلَاغُ الْمُبِينُ [١٦:٣٥   
Elçilere düşen apaçık bir tebliğden başkası mı ? (Nahl  16:35)
 
قُلْ أَطِيعُوا اللَّهَ وَأَطِيعُوا الرَّسُولَ     فَإِن تَوَلَّوْا فَإِنَّمَا عَلَيْهِ مَا حُمِّلَ وَعَلَيْكُم مَّا حُمِّلْتُمْ      وَإِن تُطِيعُوهُ تَهْتَدُوا    وَمَا عَلَى الرَّسُولِ إِلَّا الْبَلَاغُ الْمُبِينُ [٢٤:٥٤
De ki: "Allah'a itaat edin, Rasûl’e itaat edin. Eğer yine yüz çevirirseniz, artık Onun sorumluluğu kendisine yüklenen, sizin sorumluluğunuz da size yüklenendir. Eğer Ona itaat ederseniz, hidayet bulmuş olursunuz. Elçiye düşen, apaçık bir tebliğden başkası değildir." (Nur 24:54)

Bir başka ayete bakınca gördüğümüz ise şudur:
وَلَكُمْ نِصْفُ مَا تَرَكَ أَزْوَاجُكُمْ إِن لَّمْ يَكُن لَّهُنَّ وَلَدٌ   فَإِن كَانَ لَهُنَّ وَلَدٌ فَلَكُمُ الرُّبُعُ مِمَّا تَرَكْنَ   مِن بَعْدِ وَصِيَّةٍ يُوصِينَ بِهَا أَوْ دَيْنٍ وَلَهُنَّ الرُّبُعُ مِمَّا تَرَكْتُمْ إِن لَّمْ يَكُن لَّكُمْ وَلَدٌ ۚ فَإِن كَانَ لَكُمْ وَلَدٌ فَلَهُنَّ الثُّمُنُ مِمَّا تَرَكْتُم  مِّن بَعْدِ وَصِيَّةٍ تُوصُونَ بِهَا أَوْ دَيْنٍ   وَإِن كَانَ رَجُلٌ يُورَثُ كَلَالَةً أَوِ امْرَأَةٌ وَلَهُ أَخٌ أَوْ أُخْتٌ فَلِكُلِّ وَاحِدٍ مِّنْهُمَا السُّدُسُ   فَإِن كَانُوا أَكْثَرَ مِن ذَٰلِكَ فَهُمْ شُرَكَاءُ فِي الثُّلُثِ   مِن بَعْدِ وَصِيَّةٍ يُوصَىٰ بِهَا أَوْ دَيْنٍ غَيْرَ مُضَارٍّ    وَصِيَّةً مِّنَ اللَّهِ    وَاللَّهُ عَلِيمٌ حَلِيمٌ [٤:١٢
Eğer hanımlarınızın çocukları yoksa, bıraktıkları mirasın yarısı sizindir. Şâyet bir çocukları varsa o zaman mirasın dörtte biri sizindir. Bu paylar, ölenin vasiyeti yerine getirildikten ve varsa, borcu ödendikten sonra verilir. Eğer siz çocuk bırakmadan ölürseniz, geriye bıraktığınız mirasın dörtte biri hanımlarınızındır. Şâyet çocuklarınız varsa o zaman bıraktığınız mirasın sekizde biri hanımlarınızındır. Bu paylar, yaptığınız vasiyetler yerine getirilip ve varsa borcunuz ödendikten sonra verilir. Eğer ölen bir erkek veya kadının çocuğu ve babası bulunmadığı halde kelâle olarak (yan koldan) mirasına konuluyor ve kendisinin bir erkek veya kızkardeşi bulunuyorsa, bunlardan herbirinin miras payı terekenin altıda biridir. Eğer mevcut olan kardeşler bundan daha çok iseler, bu takdirde kardeşler mirasın üçte birini zarara uğratılmaksızın aralarında eşit olarak taksim ederler. Bu paylar ölenin vasiyeti yerine getirilip ve varsa borcu ödendikten sonra verilir. Bunlar, Allah tarafından bir emirdir. Allah her şeyi bilen ve yarattıklarına çok yumuşak davranandır. (Nisa 4:12)

تِلْكَ حُدُودُ اللَّهِ    وَمَن يُطِعِ اللَّهَ وَرَسُولَهُ يُدْخِلْهُ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا   وَذَٰلِكَ الْفَوْزُ الْعَظِيمُ [٤:١٣
İşte bütün bu hükümler, Allah'ın koyduğu hükümler ve çizdiği sınırlardır. Kim Allah'a ve Peygamberine itâat ederse Allah onu altlarından ırmaklar akan cennetlere koyar. Onlar, orada ebedî olarak kalacaklardır. İşte büyük kurtuluş budur. (Nisa 4:13)

Burada da miras ile ilgili hüküm bir önceki ayette açıklandıktan sonra, Nisa 13'de bunlar Allah'ın hududur denilip, hemen Allah ve Rasulü'ne itaatten bahsedilmektedir. Ayetler Allah ve Rasulü tarafından beraberce yazılmadığı halde, tebliğ eden Rasulü olduğu için Allah ve Rasulü'ne uyun denilmiştir.
   
Rasul, adı üstünde elçidir. Hükümdar birine elçi üzerinden emir yollayıp “bana ve elçime itaat edin” derse; bu hükümdarın yanı sıra elçiye itaat şeklinde yorumlanmaz.
“Allah ve Peygamberine itaat”, Allah’ın Peygamberi üzerinden ilettiği sözüne itaat demektir. Kısacası ayetlerde geçen Allah'a ve Rasul'e uyun hitabındaki “ve Rasul'e uyun” emri, “Kuran'a uyun” demektir. O halde aşağıda geçen üç ibare de aynı anlamı ifade eder.

Allah'a uyun, elçiye uyun
Allah'a uyun, mesajına uyun
Allah'a uyun, Kuran'a uyun
Bunların hepsi aynı şeydir.

Kısacası Kuran'da geçen Allah ve Rasul'üne uyun hitabını üstteki gibi anlamak:
  1. Kuran bütünlüğüne
  2. Arapça gramere
  3. Akli delillere son derece uygundur.

Aksini anladığımız durumda Allah-u Teala bir elimize Kuran'ı, diğer elimize Buhari + Müslim + Tirmizi + Ebu Davud + İmam Malik'in Muvattası başta olmak üzere pek çok kitabı almamızı emretmiş olacaktır. Hadisler Kuran'ı anlamak için bir tercüman niteliğinde değerlendirilse belki sorun olmayacaktı. Ancak uygulamada gördüğümüz şudur: Çoğu zaman hadisler Kuran'la çelişmektedir ve çelişki durumunda insanlar Kuran'a değil hadislere uymaktadırlar. O halde açıkça Allah'ın mesajının yanına başka kaynaklar eş koşulmaktadır.