6 Nisan 2014 Pazar

"İslam Şahsiyeti" kitabında, rivayetlere dair bazı noktalar

Kendisini takdir ettiğim ve bir zamanlar epey faydalandığım bir kişi var: Takıyyuddin en Nebhani. Çoğu kişi ismini bilmiyor olabilir ama, biraz araştırma ile hakkında yeterince bilgi edinebilirsiniz. Nebhani, geleneksel din anlayışı konusunda son derece derli toplu fikirleri olan birisi. Geleneksel din anlayışına göre dini referanslı devlet modeli hakkında bilgi edinmek isterseniz mesela; ilk bakmanız gereken kaynaklar Nebhani'ye ait olanlardır.

Bu yazıda, Nebhani'nin “İslam Şahsiyeti” isimli kitabından; rivayet konusuna bakmaya çalışacağım. Önce bir not. Bir süreden beri, “hadis” kelimesini kullanmıyor, bunun yerine rivayet tabirini kullanıyorum. Zira; “hadis” terimi Allah'ın Kuran'da kendi sözleri için kullandığı bir terim. Kendi sözü dışında ise; (Rasul'ün söz dahil) hep olumsuz şekilde kullanılmış. Bu nedenle, yazıda rivayet deyince ne kastettiğimi anlayın. Öte yandan, yaptığım alıntılarda sünnet ve hadis tabirini aynen bırakıyorum.

Aslında, Nebhani'nin “rivayetlerin de Kuran gibi kaynak olması” hakkında pek çok temel delili var. Fakat bu yazıda bunlara değinmeyeceğim. Zira bu temel deliller hakkında yeterince şey söylendi bugüne kadar. Bu yazıda, daha bir satır aralarına bakmaya çalışacağım rivayetlerle ilgili. Satır araları ama, önemsiz hususlar değil. Bilakis, aslında son derece önemli konular.

Rivayetlerle amel etmek, zanna uymaktır ve Kuran'da yasaklanmıştır
İslam Şahsiyeti 1. Cilt, “Sünnetle İstidlal” isimli bölümde (syf. 189) rivayetler “mütevatir” ve “ahad” olmak üzere ikiye ayrılmış. Mütevatir kesinlik ifade ederken; ahad rivayetlerin zan olduğu bir sonraki konuda net bir şekilde anlaşılıyor. Yazara göre, ahad haber “şeri hükümlerde” delil olarak kullanılabilir. Buna dair bazı örnekler veriliyor.
Zan ile amel edilebileceği hakkında verilen örneklerin hiç biri; dinde kaynağın zan temelli olabileceği hakkında değildir. Bu nedenle bu örnekler üzerinde durmuyoruz.
“Haber-i Ahad Akidede Delil Değildir” başlıklı bölümde (syf. 192) ise; akide ile ilgili meselelerde zan ile, yani “ahad rivayet” ile delil getirilemeyeceği belirtilmiş. Buna delil olarak da; zanna uymayı yasaklayan ayetlerin akide ile ilgili olması delil getirilmiş.
Ancak burada duralım. Her ne kadar örnek olarak verilen zanna uymayı yasaklayan ayetler akide ile ilgili olsa da; Kuran'da akide harici konularda da zanna uymak kınanmıştır. Şu ayete bakalım:

سَيَقُولُ الَّذِينَ أَشْرَكُوا لَوْ شَاءَ اللَّهُ مَا أَشْرَكْنَا وَلَا آبَاؤُنَا وَلَا حَرَّمْنَا مِن شَيْءٍ - كَذَٰلِكَ كَذَّبَ الَّذِينَ مِن قَبْلِهِمْ حَتَّىٰ ذَاقُوا بَأْسَنَا- قُلْ هَلْ عِندَكُم مِّنْ عِلْمٍ فَتُخْرِجُوهُ لَنَا- إِن تَتَّبِعُونَ إِلَّا الظَّنَّ وَإِنْ أَنتُمْ إِلَّا تَخْرُصُونَ [٦:١٤٨
Müşrikler, “Allah dilemeseydi, ne biz, ne atalarımız ortak koşmaz ve hiç bir şeyi de haram etmezdik,” diyeceklerdir. Onlardan öncekiler de azabımızı tadıncaya kadar aynı şekilde yalanlamışlardı. De ki: “Yanınızda bize göstereceğiniz her hangi bir bilgi var mı? Siz ancak zanna uyuyorsunuz ve siz sadece tahminde bulunuyorsunuz.” (Enam 6:148)

Bu ayet; akide ile ilgili değil, şeri hükümlerle ilgili konudadır. Nitekim önceki ayetlere bakarsak ayetin konusunun akide değil; haram kılınan yiyecekler hakkında olduğunu görebiliriz.

Deveden iki, sığırdan iki. De ki: “İki erkeği mi haram etti, iki dişiyi mi, yoksa o iki dişinin rahimlerindekini mi? Allah'ın size böyle emrettiğine tanık mı oldunuz? Halkı bilgisizce yoldan saptırmak için, yalan uydurup onları Allah'a yakıştırandandaha zalim kim olabilir? Allah zalim toplumu doğru yola iletmez.” (Enam 6:144)

De ki: “Bana vahyedilende, yiyen birisi için şunların dışında haram edilmiş bir madde bulamıyorum: () Leş, () akıtılmış kan, () domuzun eti -ki pistir-, () Allah'tan başkasına sapıkça adanmış yiyecekler.” Zorda kalan bir kimse, istekli olmaz ve sınırı aşmazsa kuşkusuz senin Rabbin Bağışlayandır, Rahimdir. (Enam 6:145)

Yahudilere tüm tırnaklı hayvanları haram kıldık. Sığır ve koyunun da yağlarını haram ettik; ancak sırtlarında yahut bağırsaklarında taşıdıkları, veya kemiklerine karışmış olanlar hariç. Aşırı gitmelerinden ötürü onları böyle cezalandırdık. Biz doğru sözlüyüz. (Enam 6:146)

Seni yalanlarlarsa: "Rabbiniz geniş rahmet sahibidir ve O'nun cezası suçlu toplumlardan geri çevrilemez," de. (Enam 6:147)

O halde, zanna uymayı yasaklayan ayetler akide ile ilgili konulardadır, şeri hükümlerle ilgili konularda zanna uymak yasaklanmamıştır demek doğru değildir. Akide veya şeri hüküm; din ile ilgili konularda zanna uymak yasaklanmıştır.

Kaldı ki, bazı durumlarda şeri hükümler en az akide kadar önemli olabilmektedir. Nitekim, dinini değiştireni öldürmek olsun, evli erkek ve kadının zina yapması durumunda taşlanarak öldürülmesi olsun, bütün bunlar ahad rivayetlerle bize ulaşan bilgilerdir. Yani kesinlik değil, zan ifade ederler. Zan üzerine bir insanı öldürmek, elbette zan üzerine helal-haram belirlemekten daha büyük bir şeydir.

Ravileri araştırmak, sahabeyi kapsamadığı için güvenilir bir yöntem değildir
İslam Şahsiyeti 1. Cilt, “Hadis Ravileri” bölümünde (syf. 320)

Allahu Teala'nın Kitabında ve Resulun Sünnetinde Sahabe ahlakları ve fiilleri ile övüldükleri için onların tamamı “udul/güvenilir” olarak kabul edilmişlerdir. şeklinde bir ibare var.
Gerçekten, ravi tenkidinde bir söz sahabeye kadar geldi mi, o sözün güvenilir olduğu kabul edilir ve bu sözü Rasul'ün söylediği konusunda şüphe duyulmaz. Ancak, gerçekten Kuran'da ve rivayetlerde sahabe “udul” olarak kabul edilmişler midir? Buna bakalım:

وَمِمَّنْ حَوْلَكُم مِّنَ الْأَعْرَابِ مُنَافِقُونَ - وَمِنْ أَهْلِ الْمَدِينَةِ - مَرَدُوا عَلَى النِّفَاقِ لَا تَعْلَمُهُمْ - نَحْنُ نَعْلَمُهُمْ - سَنُعَذِّبُهُم مَّرَّتَيْنِ ثُمَّ يُرَدُّونَ إِلَىٰ عَذَابٍ عَظِيمٍ [٩:١٠١
Gerek çevrenizdeki Arapların ve gerekse Medine'lilerin bazıları münafıktır. Nifakta küstahlaşmışlardır. Sen onları bilmezsin, biz onları biliyoruz. Onları iki kat azapla cezalandıracağız ve sonra da büyük bir azaba uğratılacaklardır. (Tevbe 9:101)

Kıyamet günü ashâbımın önde gelenlerinden bazısını getirip amel defteri siyah olanlarla birlikte haşredecekler. Ben: “Allah'ım! Onlar benim Ashâbım!” dediğimde, şu cevabı duyacağım: “Senden sonra bu Ashâbının neler yaptıklarını bilmiyorsun!” O zaman ben de o salih kulun sözlerini (Mâide, 117'de Hz. İsa'nın (a.s) sözü kastediliyor) tekrarlayacak “..ve ben aralarında bulunduğum sürece amellerine şahittim onların, beni aralarından aldıktan sonra de kendin şahid oldun” diyeceğim. Bunun üzerine bana şöyle denilecek: “Sen aralarından ayrılır ayrılmaz bunlar mürted olup dinden çıktılar ve eski hallerine döndüler.” (Sahihi Buhâri, Mâide Suresi tefsirinde, "... Ve kuntu eleyhim şehîdâ..." babında ve Kitab'ul Enbiya, "...Ve ittehazallahu..." babında ve Sahihi Tirmizi, "Saffet-ul Kıyâme" ve "...Mâ câe fî şa'nul Heşr..." babları ve Tâhâ Suresi tefsiri kısmında.)

Gene rivayetlerde, Allah Rasul'ünün ölmeden önce Huzeyfe'ye münafıkların listesini verdiğini, ancak Huzeyfe'nin bu kişileri açıklamadığı ile ilgili pek çok bilgi vardır.

Şimdi, yazarın; sahabenin udül olduğu ön kabulü doğru değildir. Zira Kuran'da da, rivayetlerde de, sahabenin tamamının mutlak güvenilir olmadığına dair deliller vardır. O halde; ravi zincirinde cerh ve tadil işlemine güvenemeyiz, zira ilke olarak rivayetçiler sahabeyi cerh ve tadile tabii tutmamış; onlara isnat edilmiş her haberi doğru olarak kabul etmişlerdir. Ancak Kuran ve diğer rivayetlere göre; bu sahabeden bir kısmı münafıktır. O halde; gelen haberin bir münafığın uydurması olma ihtimali vardır.


Önemli olan bir haberin Rasul'e ait olduğuna dair “söylenti” olmasıdır. Senet önemli değildir


Maalesef yazar; rivayetlerde senedi sabit olmasa hatta rivayet Kuran'a açıkça muhalefet etse bile, bir sözün belli bir topluluk tarafından Allah Rasul'üne ait olduğunun kabul edilmesini yeterli görmektedir. Bu durumdaki rivayetleri, hiç çekinmeden delil olarak kullanabilmektedir. Bu haliyle de, rivayetlerin senedleri konusunda gösterildiği iddia edilen titizlik, anlamsız hale gelmektedir.
Nitekim İslam Şahsiyeti 1. Cilt 337. sayfada,Senet Açısından Hadisin Sabit Olmaması, Onun Zayıf Hadis Olduğuna Delalet Etmez” isimli bölümde; aynen şu örnek verilmiştir:
Sened açısından sabitliği gerçekleşmemiş olup da, toplulukların birbirlerine nakletmeleri ile senede bakılmadan sıhhat kazanmış Hadisler vardır. Şunlar gibi; (لا وصِية لِوارِثٍ) “Varise vasiyet yoktur.” (Buhari; Tirmizi, Vesaya, 2046; Nesei, Vesaya, 3581; Ebu Davud, Vesaya, 2486; İbni Mace, Vesaya, 2704; Ahmed b. Hanbel, Mus. Samiyyin, 17004)
كُتِبَ عَلَيْكُمْ إِذَا حَضَرَ أَحَدَكُمُ الْمَوْتُ إِن تَرَكَ خَيْرًا الْوَصِيَّةُ لِلْوَالِدَيْنِ وَالْأَقْرَبِينَ بِالْمَعْرُوفِ - حَقًّا عَلَى الْمُتَّقِينَ [٢:١٨٠
Sizden birine ölüm yaklaştığında, bir mal bırakacaksa anaya babaya, yakınlara, uygun bir biçimde vasiyet etmesi farz kılındı. Bu, takva sahipleri için bir görevdir. (Bakara 2:180)

Görüldüğü gibi, Bakara 180'de vasiyet bırakmak farz kılınmıştır. Ancak “Varise vasiyet yoktur” rivayeti, Kuran'ın vasiyet emrine açıkça muhalefet etmektedir. Diğer mezhepler; rivayetlerle Kuran çelişirse, Kuran rivayeti neshedemez ama rivayet Kuran'ı neshedebilir diyerek; bu rivayetin Kuran'daki vasiyet ayetini (daha doğrusu ayetlerini) neshettiğini söylemiş ve çelişkiyi ortadan kaldırmışlardır. Ancak yazar, rivayetlerin Kuran'ı neshettiğini kabul etmiyor. Peki, buna rağmen bu rivayeti nasıl kabul etmiş? Konumuzla direkt ilgili olmasa da, buna da bakalım.

Bunun için İslam Şahsiyeti 3. Ciltte, Nasih-Mensuh konusuna bakıyoruz:
Bu ayet, miras ayeti ile nesh edilmiştir. Zira miras ayeti, bu ayetten sonra indirilmiştir. Bu hususta ittifak vardır. Miras ayeti anne-babanın ve yakın akrabanın, ölenin malından payını açıklamaktadır. Yani anne-baba ve yakın akrabanın ölenin malındaki hükmünü açıklamaktadır. Dolayısıyla miras ayetinde farz kılınan hüküm, ondan önceki hükmü nesh etmiştir. Onun için hüküm, anne-babaya ve yakın akrabaya vasiyetin caiz olmadığı şeklinde tezahür eder.
İlginç. Nasih-mensuh konusuna hiç girmeden, miras ayetini ele alalım. Gerçekten “vasiyet” hükmü kalkmış mı?

Allah size çocuklarınız hakkında öğütte bulunuyor. Erkek, kadının iki katı pay alır. Mirasçılar sadece kadın olup iki kişiden fazla iseler terekenin üçte ikisi onlarındır. Çocuk sadece bir kadınsa terekenin yarısı onundur. Ölen kişi ardında çocuk bırakmışsa, ana ve babasının her birisine altıda bir düşer. Çocuğu yok da kendisine sadece ana ve babası varis oluyorsa bu durumda annesine üçte bir pay düşer. Kardeşi varsa bu durumda annesine altıda bir düşer. Tüm bu paylaşma oranları, ölenin yaptığı vasiyetten ve borçların ödenmesinden sonra gelir. Analarınız, babalarınız ve çocuklarınızdan hangisinin size daha yararlı olduğunu bilemezsiniz. Bu Allah'ın yasasıdır. Allah Alimdir, Hakimdir. (Nisa 4:11)

Çocukları yoksa, hanımlarınızın bıraktığı mirasın yarısı sizindir. Çocukları var ise, bıraktıklarının dörtte biri sizindir. Bu pay, borçlarının ödenmesinden ve yaptıkları vasiyetteki payların dağıtılmasından sonradır. Çocuklarınız yoksa bıraktığınızın dörtte biri onlarındır. Çocuklarınız varsa, bıraktığınızın sekizde biri onlarındır. Bu pay, borçlarınızın ödenmesinden ve yaptığınız vasiyetteki payların dağıtılmasından sonradır. Miras bırakan erkeğin veya kadının, çocuğu ve eşi olmayıp bir erkek veya bir kız kardeşi var ise bu durumda herbirine altıda bir düşer. Bundan fazla iseler, üçte biri paylaşırlar. Bu paylaşım vasiyetteki payların dağıtılmasından ve borçların ödenmesinden sonra uygulanmalıdır ki kimseye zarar verilmesin. Bu, Allah'tan bir vasiyettir. Allah Alimdir, Halimdir. (Nisa 4:12)

Miras ayetlerine bakınca; vasiyet hükmünün kalkmadığı, aksine teyid edildiği görülmektedir. Miras ayeti olarak bilinen Nisa 11 ve 12'de belirtilen paylar; vasiyetten sonra uygulanacak oranlardır. Aslolan vasiyettir.

Peki, yazar bunu nasıl göremedi? Cevap açık. Aslında Nebhani; miras ayetinin vasiyet ayetini neshetmediğini görecek kadar Arapça'ya ve Kuran'a vakıf birisidir. Ancak; gelenek onun bazı şeyleri görmesine engel olmaktadır. Elinde, “varise vasiyet yoktur” rivayeti ve gelenekten gelen dinin vasiyet bırakmayı yasakladığı bilgisi vardır. Kuran ile, atalarından gelen din çeliştiği zaman; maalesef Kuran'daki hükümleri iptal etme yoluna gitmektedir. Ancak benimsediği usül, rivayetlerin ayetleri neshetmesine izin vermediğinden; miras ayetinin vasiyet ayetini neshettiğini söyleyerek bir ara çözüm bulmuştur.

Objektif olarak okuyan herkes, bu konuda hatalı olduğunu, hatanın da ayeti yanlış anlamadan değil; rivayetlerden kaynaklandığını görebilir.

O halde... İslam Şahsiyeti isimli kitapta, Takıyyuddün en Nebhani'nin rivayetler ile ilgili getirdiği bazı temel iddiaların asılsız olduğu görülmektedir.

Daha önce de dediğim gibi. Bu yazı, rivayetlerin Kuran gibi şeri delil sayılacağına dair getirilen TEMEL delillere karşı bir yazı değildir. Zira, bu konularda yeterince materyal var. Bu yazıda, sadece İslam Şahsiyeti isimli kitabın satır aralarında geçen, ilk bakışta dikkati çekmese de aslında önemli olan temel bazı noktalara bakılmıştır.

Not: İslam şahsiyeti isimli kitaba şu linkten ulaşabilirsiniz:
İslam Şahsiyeti 1. Cilt
İslam Şahsiyeti 2. Cilt

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder